Enver abim buyurdular ki;
Mübârekler bir güzel hâtıra anlatmışlardı. Buyurdular ki; Altınkum’da Efendi hazretleriyle el ele tutuşmuş hâlde denize girmiştik. Vapur geçdiği vakit, gelen dalgalar üzerimizden geçerdi. Sular, Efendi hazretlerinin sakalından aşağı sızardı. Orada Efendi hazretleri Mübâreklere bir konu anlatmışlar. Bir gün Abdülhâlık-ı Goncdüvânî hazretleri ile Hızır ‘aleyhisselâm’ el ele tutuşmuşlar. Hızır ‘aleyhisselâm’ Abdülhâlık-ı Goncdüvânî hazretlerinin kalbine gizli zikri telkîn etmiş. Biz Efendi hazretleriyle nasıl el ele tutuşmuşsak, onlar da öyle el ele tutuşmuşlar. Hızır ‘aleyhisselâm’ Abdülhâlık-ı Goncdüvânî hazretlerine havuzda zikr öğretmiş. Nasîb meselesi.
Mübâreklerde zerrelerin zerresi kibr yokdu. Buyururlardı ki; Biz yaşlıyız kardeşim, günâh zemânı ne kadar çoksa, günâhı da o kadar çok olur. İçinizde en günâhkâr benim, ben. Ba’zen mektûblarda Mübârekleri medh eden yazılar olurdu. Oraları geçin kardeşim. Onların bizimle alâkası yokdur. Ne kadar abone olmuş, kaç kitâb dağılmış, onları okuyun, buyururlardı. İşte bir talebe, ne kadar hocasına benzerse, o kadar talebe olur. Mübârekler bir gün buyurdular ki; Biz talebe olamadık. Çünki kitâblar yazıyor ki, evliyânın talebesi de evliyâ olur. Eğer biz talebe olabilseydik, belki bizde bir şeyler olurdu. Ben duyduğumu söylüyorum. Mübârekler buyurdular ki; Bu gibi hâlleri beklemeyin, bunlar bende var mı diye düşünmeyin kardeşim. Siz böyle şeylerin olabileceğine inanın, yeter. İnanmak yeter, bu bir kerâmetdir.
Mübârekler bir hadîs-i şerîfi açıklarken buyurdular ki; Ümmetim fesâda uğradığı vakit bir sünnetimi ihyâ edene, ya’nî dinde bir mes’eleyi uygulayan ve başkalarının uygulamasına yardımcı olan bir müslimâna, Viyana kapılarına gidip dönmüş ve şehîd olmuş yüz askere verilen sevâb verilir. Viyana’ya kadar gitmek kolay mı kardeşim? Dolayısıyla, böyle bir hasâd zemânı, böyle bir fırsat zemânı, herkesin gıbta etdiği böyle bir durumda, başını taşlara vuranlara şimdiden acımak lâzımdır.
ali zeki osmanağaoğlu