Enver abim buyurdular ki;
Mübârek Hocamız anlatmışlardı; Abdülkâdir-i Geylânî hazretlerinin türbesine biri gelmiş. Günlerce, aylarca, türbesinde yalnız onu düşünmüş, rûhâniyyeti gelmiş, istifâde etmiş. Böyle kaç zemân geçdikden sonra, Gavs-ı Âzâm gelmiş, yeter; bizden dahâ fazla istifâde edemezsin. Mehmed Ma’sûm hazretleri Hindistân’da. Niçin ona gitmiyorsun? Bizzat konuşman, ona bir şeyler söylemen, onun da seni görmesi lâzım. Burada bu kadar olur. Bırak beni, git oraya, buyurmuş. Onun için, mübârek Hocamız buyurdular ki; Eğer bir yerde mübârek bir zât varsa, herkesin, dînini öğrenebilmek için, malını mülkünü satıp, oraya gitmesi farzdır. Bir doktora, tedâvî olmak için her şeyini fedâ ediyorsun; ama ebedî se’âdetin, ebedî varlığın için bu işde hasîs davranıyorsun. Bu olmaz!
Mübârekler buyurdular ki; Üç türlü sevâb vardır. Bir, kendisinin işlediği amellere, ibâdetlere verilen sevâb. İki, din kardeşine iyilik, hizmet ederken elde etdiği sevâb. Kaç misli! Üç, Allahü teâlânın dînine hizmet ederken aldığı sevâb. En fazlası budur. Efendi hazretlerinin vasıyyetnâmesi var. Vasıyyetnâmenin en son satırı iki kelime. Ondan sonra artık yazı yok. Ama hayâtın ta kendisi. Hepimizin en çok işlediği suç ve kabâhatin cevâbı orada. Efendi hazretleri buyuruyorlar ki; Kimseyi incitmeyin. Hayat bu! Çünki, incitdiğiniz herkesden dolayı kazandığınız günâhın sınırı yok. Çünki kalb, Allahın komşusudur.
ali zeki osmanağaoğlu