Huzurpınarı ailesinin muhterem üyelerinin Cum’a gününü tebrik eder, müstecâb dualarınızı istirham ederiz efendim.
Allahü tealaya emanet olunuz efendim
ali zeki osmanağaoğlu
– geçen haftanın devamı –
1994 senesinin Nisan ayının sekizinci günü, yine bir Cum’a ziyâreti için gitdiğimizde, Abdülhakîm efendi hazretlerinin talebelerinden hayâtda kalan birkaç zevât-ı kirâm da müsâfir olarak gelmişlerdi. O gün mübârek Hocamız buyurdular ki;
Karşıki tepede Yûşa’ hazretlerinin kabri var. İşte tam onun alt tarafında Efendi hazretleriyle altında oturduğumuz ağaçlar var. Orada mübârekle evvelâ nemâz kılardık. Aşağıda erkekler otururdu. Yukarıda da kadınlara mahsûs set üstü vardı. Orada kadınlar otururdu. Yabancı kadınlar da olurdu. Bizim rahmetli kayın valîde de orada otururdu. Bir gün “Heybeli adadaki Rum mektebinden gelen tahsîlli kadınlar vardı.” dedi. (Rum papazlar, orada okurlarmış. İstanbul’un en zengin kütübhânesi orasıymış. Süleymâniyye’den dahâ çok kitâb varmış. Hep eski çağlardan, eski Roma’dan kalma Rumca kitâblar… Osmânlı medeniyyetine bakın ki kitâblara hiç dokunmamışlar. Osmânlının yerinde Rumlar olsa yağma ederlerdi.) Yukarıda oturan kadınlar bakmış ki aşağıda bir galabalık var. Herkes birisinin etrafında toplanmış. O birisi birşeyler anlatıyor, diğerleri de dinliyorlar. Merâk etmişler, iki-üç dâne Rum kadını biz de gitsek dinlesek olur mu acabâ demişler. Aşağıya inmişler, Efendi hazretlerinin yanına gelmişler. O sırada Efendi hazretleri kendinden geçmiş, Mektûbât okutuyormuş. Efendi hazretleri otururken bunlar da yanı başında ayakda, on-onbeş dakîka dinlemişler. Çok hoşlarına gitmiş. Sonra yukarıya çıkmışlar, demişler ki; “Çok büyük âlim, çok derin felesof! Neler biliyor neler, deryâ!”. Kimbilir, mübârek ne anlatıyordu? Fekat onlar gelince, onlara göre birşeyler anlatmışlardır. O büyükler kalb mütehassısıdır. Anlarlar, muhâtaba göre anlatırlar. Efendi hazretlerinin orada oturmaları gözümün önüne geliyor. Bizim kayınpedere çoğu zemân Şevâhid-ün-Nübüvve kitâbını okutur, kendisi de îzâh ederdi. Molla Abdurrahman Câmî hazretlerinin Şevâhid-ün-Nübüvve kitâbını basdırmak bize nasîb oldu, elhamdülillah. Bizim kayınpederi çok severdi, O’na okuturdu, kendileri de îzâh ederlerdi.
Efendi hazretleri, ba’zan sohbetden, ba’zan da balık kebabından sonra, isteyenler denize girsin diye müsâ’ade ederdi. Herkes, edebinden denize girmek için biraz uzağa giderdi, Efendi hazretlerinden utanırlardı. Efendi hazretleri yalnız kalırdı. Bizim kayınpeder evden Efendi hazretleri için havluları, hamam takımlarını getirirdi, Efendi hazretleri de denize girerdi. Fekat hizmet etmek için de birisi lâzım. Bana, “Sen gel.” buyururlardı. Efendi hazretleri denize berâber girmek için benim elimden tutardı. Efendi hazretleri ile berâber peştemal ile denize girerdik. Orası kumdur, bizim girdiğimiz yer sığdı. Biraz gider el ele tutuşup kumların üstüne otururduk. Su göğüs hizâsına kadar gelirdi. Başımız suyun dışında kalırdı. Vapur geçince ba’zan dalga gelirdi, suyun içinde kalırdık. Sular üstümüzden geçerdi. Efendi hazretlerinin mübârek sakallarından ip gibi sular akardı. Ben su ile Efendi hazretlerinin sırtını ovardım. Efendi hazretleri ile denize girince, “Gel bakalım ders yapalım.” derdi. Denizde bile boş vakt geçirmezlerdi. Bir keresinde “İzâ zülziletil erdı zilzaleha” sûresinin tefsîrini yapdılar. Yarım sâat sürdü. Buyurmuşdu ki; Su içinde, denizde ders yapmak hoş olur, güzel olur. Çünki Hızır “aleyhisselâm” Abdülhâlık Goncdüvânî hazretlerine havuzda ders verirdi. Abdülhâlık Goncdüvânî hazretleri havuzda iken Hızır aleyhisselâm gelir, tesavvufdan ba’zı ince bilgileri öğretir, zikr telkîn ederdi. (Türkistân’da deniz yok tabî’i, büyük havuz var.) Onun için denizde bunları okumak, Hızır “aleyhisselâm”ın sünnetidir. Efendi hazretleri ile çok güzel vakt geçirdik. Orada yukarıda da Yûşa’ Peygamberin kabri var. Tabî’i onun kabri olduğu kat’i değildir. Ba’zı Arabî kitâblarda, onun kabri Nablus şehrindedir diyor. Fekat ne olursa olsun, onun kabri olmasa bile makâmı olur. Hiç değilse münâsebeti var. Çelebi Mehmed zemânında sadrazam olan Ziyâ paşa, oradaki mescidi yapdırmış. Müslimânlar da, şefâ’at etsin diye kabrini yapdırmışlar. O zemânın insanları uzunmuş. Uzun bir kabr var orada.
– devamı haftaya –
Fî emanillah