Enver abim buyurdular ki;
Nimet ne kadar büyük olursa, onun düşmanı o kadar çok ve şedid olur. Büyüklerimizin hepsinin mutlaka düşmanı vardı. Peygamber “aleyhissalâtü vesselâm”ın bir düşmanı Ebu Leheb idi. Düşmanlığı o derece ileri gitmişti ki, el, kol, kaş, göz işaretleriyle Peygamberimizi kötüleyici işaretler yapıyordu. Âyet-i kerîme geldi. “Tebbet yedâ ebi lehebin ve tebbe” Eli kurusun dedi ve kurudu. Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî “kuddise sirruh” hazretlerinin de düşmanı vardı. O da taklit yapardı. Bir müddet sonra ağzı burnu karışmış, ne söylediği belli, ne hareketleri. Felç oldu. Herkes ondan korktu. Hakikati anlayıp aklı başına gelince, tövbe ve özürden sonra eski hâline kavuştu ve Mevlânâ Hâlid hazretlerinin en sâdık talebesi oldu. Unutmayalım ki, Allahü teâlânın koruduğuna, dünyanın yedi devleti bir araya gelse bir şey yapamaz. Biz Allahü teâlâ diyelim, nefsimize tâbi olmayalım yeter. Çünkü, Allahü teâlâ bir dost yaratmış, bir düşman. Düşmana, yani nefse peki diyen ve Allahü teâlâya hayır diyen, Allah’ın sevgili kulu olamaz. Onun için büyüklerimiz, âhırette kiminle olmak istiyorsan, dünyada da onlarla birlikte ol, buyurmuşlardır. İmâm-ı Rabbânî hazretleri kuddise sirruh, defalarca yazdım, defalarca söyledim, yine aynı şeyleri söyleyeceğim. Dînin aslı; iyilerle beraber olmak, kötülerden uzaklaşmaktır, buyurmuşlardır. Uzaklaşmazsan, yaklaşamazsın.