1993 senesi Ramazan-ı şerif ayındaki bir iftardan sonra,
Enver abiler buyurdular ki;
Mübarekler bir gün buyurdular ki; ‘Allahü teala bize bir nimet ihsan ederse, inşallah bu hizmetlerden dolayı ben Cenab-ı Hak’ka diyeceğim ki; Ya Rabbi, benim dünyada kardeşlerim vardı, arkadaşlarım vardı; talebelerim vardı, ben onları da isteyeceğim, diyeceğim ve mahşer yerine döneceğim, bütün arkadaşlarla hep beraber inşaalllah Cennete gireceğiz.’ buyurdular. Ne büyük nimet Ya Rabbi. Ne büyük nimete kavuştuk. Herkes bir yere gitmek için bir arabaya biniyor, bir vasıtaya biniyor. Cennete giden vasıta; Mübareklere rastlamak, ne büyük nimet. Çünki, İmam-ı Rabbani Hazretleri buyuruyorlar ki :’Allahü teala sevdiği bir kuluna mülaki ederse yani arkadaş ederse, ona her şeyi vermiştir. İmanı da, ibadeti de, islamiyyeti de, her şeyi de vermiştir. Allahü teala bir kuluna sevdiği bir kulunu tanıştırırsa, tanıtırsa ve ona mülaki ederse yani ondan istifade ettirirse, o kuluna Allahü teala dünya ve ahiret, her şeyi vermiştir. Ne gibi ? Eshab-ı kiram’a Peygamberimiz’i verdiği gibi. Peygamberimiz “aleyhissalatü vesselam” olmadan evvel Eshab-ı kiram diye bir şey yoktu. Hatta bilakis çok vahşi bir kabileydiler. Diri diri evlatlarını gömüyorlardı. Hak hukuk Hak getire, yok. Sonra, devamlı birbirleriyle harp yapıyorlardı, kavga ediyorlardı, mücadele veriyorlardı. Düşmandılar birbirlerine. Her kabile bir devlet, diğerine düşman. Sonra Allahü teala Peygamberimiz’i gönderdi.’aleyhissalatü vesselam.’ Aynı o düşman kabileler, o düşman olan kişiler ve insanlar, birbirleri için canlarını feda edecek hale geldiler. Kavga gürültü yok. Kalp kırmak, şu bu hiç yok. Din kardeşi için kendi canını feda edecek hale geldiler. Öyle olgunlaştılar. Nitekim cenab-ı Hak da Kur’an-ı kerim’de :‘Nimet olarak size bu yetmez mi ? Siz birbirinizi öldürüyordunuz, birbirinize düşmandınız. Sonra aranıza bir muhabbet verdim, birbiriniz uğruna canlarınızı feda edecek duruma geldiniz.’ buyuruyor.