Enver abiler buyurdular ki;
Harun abinin evinde İsmet Anaç’ın düğünü vardı. Mübareklere, efendim beni oraya gönderiyorsunuz, ben ne anlatacağım? Bana bir şeyler söyleyin de, ben de gideyim orada anlatayım, dedim. Allah Allah, siz konuşacak mıydınız, buyurdular. Sustum tabii. Mübarekler buyurdular ki; Efendim, Allahü teala ezelde herkesin dünyada yiyeceğini, ekmeğini, suyunu, gıdasını yaratmıştır, yazmıştır. Hiç kimse rızkını bitirmeden ölmez. Ve hiç kimse hiç kimsenin de rızkını yiyemez. O, bedeni besleyen bir rızık olduğu gibi, sohbet de ruhu besleyen bir gıdadır. Bunu ezelde cenab-ı Hak ayarlamıştır, yazmıştır, çizmiştir. Yalnız ve yalnız, siz konuşamazsınız. Gelenlerin neye ihtiyacı varsa, Allah size onu söyletir. Hiçbir zaman aynı şeyi iki yerde söyleyemezsiniz. Çünki ihtiyaç farklıdır, hasta farklıdır, ızdırap farklıdır, buyurdular. Dolayısıyla, eğer zorlarsan, yanlış iş yaparsın. Bırak nereye giderse gitsin. Suyu sıkıştırabilir misin? İnsanları da sıkıştıramazsın. Onun için, insanları sıkıştırmak, mantıksızdır. O bir yerini bulur. Siz zorlamayın; ama tebligatta da ihmalkârlık yapmayın. Ne demek o? Yani, tadını tattığınız, faydasını gördüğünüz şeyi söyleyin. Çünki tadını biliyorsunuz. Ama yani on cilt kitapla bir somun ekmeği tarif etmeye kalkarsan, bir şey anlamaz. Kopar bir parça ekmeği ye. İşte büyüklerin sohbeti budur. Onlar size ekmeği tarif etmiyorlar. Ağzınıza veriyorlar. Sen o zaman ekmeğin tadını alıyorsun. İşte buna tasavvuf derler. Ekmeği yemek.. Ötekinde, on cilt kitap oku, ona ilim derler. Ama ilim, amel içindir. Amel de, tatmak içindir, yani ihlas içindir.