Enver abiler buyurdular ki;
Ben sizi görmeye geldim. Bizim dinimizde; biri bir iyilik yaparsa, ondan fazlasını yapmak lazımdır. Mesela, selam verdin, hep bir fazla ilave.. Efendi hazretleri ‘kuddise sirruh’ buyurmuşlar ki; İstanbul’daki Eshab-ı kiramın kabirleri, kendisi olabilir veya makamı da olabilir. Sadece Eyüp Sultan hazretlerinin kabri kesindir. İstanbul surlarının etrafında pek çok Eshab-ı kiram bulunduğu halde kabirlerinin yerleri kesin belli değildir. İsmi olanların kendisi de olabilir, makamı da olabilir. Çünki, başka yerlerde de kabirleri var. Efendi hazretleri Eyüp Sultan hazretlerinin kabirlerine gider konuşurlarmış. Kayserili tüccar Abdülkadir efendi vardı, bir gün o anlattı. Bir gün Efendi hazretleri ile türbeye girdik. Efendi hazretleri, gözlerini kapat, buyurdular. Kapattım. Eyüp Sultan hazretleri Efendi hazretleri ile bir şeyler konuştular. Bir müddet sonra Efendi hazretleri, gözlerini aç, buyurdular. Açtım. Efendi hazretleri buyurdular ki; Sakın ben hayatta iken bunu kimseye söyleme. Sana nasip oldu, daha ne istiyorsun, dedi. Onların isimleri nerede anılırsa, ruhaniyetleri oraya gelir. Hâlid hazretleri buyuruyor ki; Birgün Peygambere ‘aleyhissalatü vesselam’ dua etmek için, Ravda-i Mutahharaya gittim. Dua etmeye başladım. Yanımdaki bir dua eden, ya Rabbi, bu senin çok sevgili kulun. Ben Peygamberimizi seviyorum. Onu vesile kıldım, Onun hürmetine dörtbin dirhem ver, diyordu. Ben de çok şaşırdım. Hemen kolundan tuttum, bu ne biçim ziyaret? Sen cenab-ı Allah ile pazarlığa mı giriştin? Ne verirse versin. İsterse vermeyebilir, dedim. Yok, ben dörtbin istiyorum, dedi. Neden dörtbin istiyorsun, dedim. Birincisi, bin dirhem borcum var. İkincisi, evleneceğim, bin. Bin de, nafaka lazım. Bin de, kendime at alacağım, kitapları yükleyip dağıtacak, Allahü tealanın dinine hizmet yapacağım, dedi. Haline acıdım, torbamı açtım, dört bin dirhem gümüş verdim. Arkamı döndüm, gördün mü duam nasıl kabul oldu. On dakika evvel dua ettim, on dakika sonra param geldi, dedi. Ben namaza durdum, seccadenin yanına pat diye bir torba düştü. Kalbim atmaya başladı, namazım bitti, torbayı açtım. Baktım ki, içinde tam dörtbin dinar var. Dinar, altın demektir. Bir de yazı var. Biz daha fazlasını veririz. Çünki insan, ne yaparsa kendine yapar. Bir hadis-i şerif var. Allah rahmet eylesin, cenab-ı Hak şefaatlerine nail eylesin, bunu mübarek Hocamız da anlatmışlardı. Mübarekler buyurdular ki; Efendim, bir hadis-i şerif var. Peygamberimiz ‘sallallahü aleyhi ve sellem’ buyuruyorlar ki; Men. Men demek, şol kimse, demektir. Men hadime hudime. Bir müslüman, bir din kardeşine hizmet etti, mutlak hizmet görür. O söyledi, doğru söyledi. Cenab-ı Peygamber ‘aleyhissalatü vesselam’ buyuruyor ki; Kime siz bir iyilik yaparsanız, mutlak inanın ki, size birisi bir iyilik yapacaktır. Mübarekler buyurdular ki; Peki efendim, bir mü’mine yapılacak en büyük iyilik ne olabilir? Kitap verdikten sonra, ya Rabbi, bu mü’mini afv ve mağfiret eyle diye, dua etmektir. Çünki afva uğramazsa, mahv olur. Peki afv edilmesi için nasıl dua edeceğiz? Efendim, bir dua var, bu duayı kim okursa, Adem ‘aleyhisselam’dan’ itibaren o güne kadar vefat etmiş ne kadar mü’min, mü’minat varsa, hepsi onun da afv ve mağfireti için, dua ederler. Nedir o? Rabbenağfirli veli valideyye veli üstaziyye velil mü’minine vel mü’minat vel müslimine vel müslimat el ahya-i minhüm vel emvat. Ya rabbi, beni afv ve mağfiret eyle. Annemi, babamı afv et. Hocalarımı afv et. İster hayatta, ister vefat etmiş olsun, ne kadar müslüman varsa, onların da hepsini afv et. Onlar da, ya Rabbi, afv ve mağfiretimiz için bu mü’min nasıl bize dua ettiyse, ya Rabbi, sen de onu afv et, derlermiş. Sonra öbür tarafa gidersin, tonlarca sevap gelmiş.