Enver abiler buyurdular ki;
Mübareklerle Hindistan’a gittiğimiz zaman, bir Keşmir’li vardı. Çok çok iyi bir adamdı. Allah razı olsun, Serhend’e kadar geldi. Sabah namazına yakın, saat 04.00 de Delhi’ye vardık, Mübarekler buyurdular ki; Efendim hiç otele falan gitmeyelim, doğru camiye gidelim. Sünnettir, buyurdular. Yabancı memlekete gidildiğinde, evvela camiye gidilir. Bavullar elimizde, camiye gittik. Allah rahmet eylesin, oturdular. Farsça İslam dinini anlatmaya başladılar. Sabah! Millet etrafına toplanmış, bu şekilde dinliyor. İngilizce söyle diye, bazen bana söylüyorlardı. Hemen bavuldan kitap çıkardılar, başladılar anlatmaya. Bavullara kitap dolduruyoruz, efendim biraz gömlek, eşya, dedim. Olmaz, yer yok. Ben bunları oradan satın alırım, buyurdular. Ceketle! Bir tane Namaz Kitabı daha fazla koyalım diye… Şimdi o Keşmir’li bizi hiç bırakmadı. Siz garipsiniz, İngilizce konuşuyorsunuz, garipsiniz. Ben size refakat ederim. İşimi gücümü bıraktım, dedi. Kendisi Keşmirde mücevherciymiş. İş kalsın geriye, siz buradayken Hocanıza, size hizmet edeceğim, dedi. Allah razı olsun. Mübarekler, çok iyi olur, buyurdular. Çünki lisanı var, oralı yani. Hakikaten Serhend’e gittik geldik, çok büyük hatıralar var. En sonunda Zeyd efendiye gittik. Allah rahmet eylesin, Keşmir’de Mübarekler ve Zeyd efendi sohbet ettiler. Mübarekler, bir şey soracağım buyurdular. Buyurun, dedi. Mektûbâtın Arabisi var mı, buyurdular. Ne gezer, ömrüm boyunca aradım, böyle bir kitap bulamadım, dedi. Hemen Mübarekler otelin anahtarını verdiler, Keşmirli ile beraber Mektûbâtın Arabisini aldık geldik. Zeyd efendiye verdiler. Orada tabii sevindi, vallah keramet, dedi. O da bize Tefsir-i Azizi diye çok kıymetli bir kitap verdi. Netice: Mübarekler Keşmirliye buyurdular ki; Sen iyi bir insansın, müslüman bir adamsın. Ama çok daldan dala koşuyorsun. O zât mübarek ona bağlanıyorsun, o zât mübarek, ona bağlanıyorsun; ama bir yere bağlanman şart. Gene sen ağla, sızla ama, bir yere bağlanman şart. Yoksa bunların hepsi boşlukta kalır. O da ne yapayım, dedi. İşte sahih-ül yed orada. Bu zât, sahih-ül yeddir. Babası, dedesi, ta İmam-ı Rabbani hazretleri, bütün sülalesi belli, müceddidi olarak. Gel buna talebe ol, bütün feyz kapıları sana açılır, dedi. Peki dedi, o mübarek zâtın elini öptü, o zaman kabul etti.