Enver abiler buyurdular ki;
Bir gün Kuleli Askeri Lisesinde Mübareklere sordular; Efendim, denizde boğulan şehit olur mu? Elbette ki olur. Bunu hazret-i Peygamber buyuruyor mu? Evet buyuruyor. Peki, tayyareden düşen şehit olur mu? Elbette, hem de daha çok sevap kazanır, daha büyük şehit olur. Peki, bunu Peygamber diyordu, Peygamber buyuruyor mu? Evet. Bir kahraman edasıyla, peki, Peygamber ‘aleyhissalatü vesselam’ zamanında tayyare var mıydı? Mübarekler buyurdular ki; Peygamberimiz “aleyhissalatü vesselam” az kelime ile kıyamete kadar gelecek olan cümle kurarlar. Onun söylediği her cümle, her zaman, her devirde, her yerde geçerlidir. Buyurdular ki; Cenab-ı Peygamber ‘aleyhissalatü vesselam’ buyuruyorlar ki; Yüksekten düşen şehit olur. İster helikopter olsun, ister tayyare olsun, nereden düşerse düşsün, yüksekten düşen şehit olur. Bir başka zaman, bir başka sınıfta, efendim bir şey sorabilir miyim, dediler. Buyurun, buyurdular. Zaten Mübarekler soru sorulmasını istiyorlardı. Efendim güzele bakmak sevap mı, dediler. Elbette sevap, buyurdular. Herkes Mübareklerin karşısında gülmeye başladı. Güzele bakmak çok sevap; fakat güzeli tarif edelim. Rahmani güzel mi, şeytani güzel mi? Siz hangisini kast ediyorsunuz? Ben Rahmani güzellikten bahsediyorum. Yani, cenab-ı Hakkın izin verdiği, razı olduğu güzellikten bahsediyorum. Bir de bunu bir tarafa bırakalım, Allah muhafaza etsin, şeytanın ve insanın nefsinin sevdiği, beğendiği güzellikler var. Biri sevap, biri günah. Ben sevap olandan bahsediyorum. Mesela, annenin yüzüne bakmak sevaptır. Kur’an-ı kerime bakmak sevaptır. Hocanın yüzüne bakmak sevaptır, ailesinin yüzüne sevgi muhabbetle bakmak sevaptır, buyurdular. Böyle saydılar.