Enver abiler buyurdular ki;
Dineveri diye Türkistan taraflarında bir mübarek zât var. Onun talebeleri varmış. Talebelerinden bir tanesi de tüccarmış. Fakat o mübarek zât bakmış ki, o tüccar son zamanlarda az gelmeye, hatta en sonunda gelmemeye başlamış. Üç-beş gün sonra, burada bir arkadaşımız vardı, tüccardı, şimdi kendisi nerede, diye sormuş. Efendim, ticareti arttı, gelmeye vakti yok, demişler. Allah Allah, buyurmuş, çok üzülmüş. Kış, kıyamet, fırtına, kar, merkebine binmiş, o kurtulsun diye, kalkmış onun bulunduğu yere gitmiş. Tabii kapıya gelince, tüccar kapıyı açmış, acaba biz ne yaptık diye hem korkmuş, hem sevinmiş. Hocam buyurun, demiş. Selam vermiş, zaten ondan sonra hiç konuşmamış. Odaya almış, odada da ocak, büyük büyük odunlar yanıyormuş. Efendim, mutfağa gideyim, size bir şeyler hazırlayayım, demiş. Sen bilirsin, demiş. Bir şeyler hazırlayıp getirmiş, hocası onları yemiş, duasını yapmış. Mübarek, maşayla bir odun parçası almış; ama kıpkırmızı ateş, kor olmuş. Odun parçasını almış, ocağın önündeki mermere koymuş. O da, hocam neden böyle yaptı diye, merak etmiş. Biraz sonra odun soğumuş, biraz sonra renk değiştirmiş, biraz sonra da, simsiyah, kömür olmuş. Sonra, ben gidiyorum, demiş. Talebe anlamış. Hemen siyahlaşmış odunu almış, tekrar ateşin içine atıp, efendim, dersimi aldım demiş. Sonra dergahın kapısına gelip, efendim, artık kovsanız da gitmem; çünki dersimi aldım, demiş. Şimdi, O hoca efendi demek istiyor ki; Eğer siz sohbetten uzak kalırsanız, soğumaya mahkumsunuz. Sohbetten ayrılırsanız, cemaatten ayrılırsanız, yaşayamazsınız. Önce soğursunuz. Soğumak, uzaklaşmakla başlar. Veyahut da uzaklaşmak, soğumayı meydana getirir. Sonra, kömürleşirleşirsiniz, simsiyah olursunuz. Allah korusun, bir de bundan sonrası var. Bu sefer, muhalefet edersiniz. Daha da ileri gider, düşmanlık meydana gelir, düşman olursunuz. Çünki bunu biz gördük. Bunları yaşadık! Onun için, ne olur, bu ateş sönmeden, bu ocağın içinde olmaya dikkat edelim. Bu ocak, iyi bir ocaktır.