2008 senesi, temmuz ayının 12′ si …
Enver abim, huzurpınarına hizmet eden dava arkadaşlarımı görmek istiyorum, güzelşehire getir, buyurdular. Yatsıdan sonra çok tatlı bir sohbet oldu….
O gün Enver abim buyurdu ki;
-9-
Sonra nereye gideceksin, dediler. Süleyman bin Cezuli hazretlerine dedim. Peki dedi, gittik. Süleyman bin Cezuli, Delail-ül Hayrat kitabını yazan mübarek bir zât. Nasıl olsa bekliyor diye bin tane salevat-ı şerife okudum, ruhuna hediye ettim. Kâbe-i muazzamayı hiç görmedim, Cenab-ı Peygamberi ‘sallallahü aleyhi ve sellem’ hiç ziyaret etmedim. Lütfen efendim, beni gönderin, dedim. O sene ömre nasip oldu. Sonra, şimdi eve dedi. Peki efendim dedim, gittik. Ben böyle ev görmedim. Küçük bir saray. Haremlik selamlık, tam Osmanlı. Selamlıkta, erkeklerin kaldığı yerde yerin hazır. Sen de burada kal dediler. Yok, otele döneceğim, dedim. Yarın saat dokuzda seni almaya geleceğim, hazırlan dedi. Emrin olur ağam dedik, ertesi gün saat dokuzda kalktık, hazırlandık, arabayla geldi. Benim köylerim var, şimdi köylere gidiyoruz dedi. Arabayla arazinin içinde dolaşıyoruz, ucu yok. Portakal bağçeleri var, köylüler çalışıyordu. Oğlu geldi, o da eczacıymış. Oğlu da Fransadaymış. Arapça bir şeyler konuştular, Allah Allah dedi, kolundaki saati çıkardı, bak arkadaş, ben bu saati Paristeyken aldım. Bu kıbleyi gösteriyor. Babam da seni çok sevmiş, al bu saat senin olsun, dedi. İstanbul’a geldim, arkadaşlara, en çok kim kitap dağıttı diye sordum, saati ona verdim. Velhasıl, buradan çıkan netice şu: Bir, sorarak yapılan işten mutlaka hayırlı netice alırsınız. İki, yabancı bir memlekete gidince, hiç olmazsa aynı gün Allahın evini ziyaret edin. Cenab-ı Hak hadis-i kudside buyuruyor ki; Herkes misafirini kendi imkanı ve iktidarı nispetinde ağırlar. Doğru. Köylünün evine gidersin, şehirlinin evine gidersin. Herkes kendi imkanı nispetinde misafirini ağırlar. Allahü teala buyuruyor ki; Benim evime geleni ben şanıma layık şekilde ağırlarım.
-devamı var-
ali zeki osmanağaoğlu