-HAYATINDAN KESİTLER-
Hüseyin Hilmi Işık efendi’nin rahmetullahi teala aleyh, sohbetlerinden bazı bölümler:
-233-
Bir gün de gitdim yine Efendiye, ikindi nemâzına. Efendi hazretleri yalnızdı odada. “İkindiyi kıldın mı?” dedi. “Hayır efendim, daha kılmadım” dedim. “Hadi gel, gidelim de beraber kılalım mescitte” dedi. Çıktım, abdest aldım geldim. Efendinin peşinde mescide gitdik. Sünnetleri kıldık. İkimiz farzı kılacağız, bana “Hadi sen imâm ol” buyurdu. Şaşırdım. Ben imâm olacağım Efendiye! Olmaz denir mi! Başüstüne efendim dedim. Beraber nemâz kıldık, ben imâm oldum, Efendi müezzin oldu. Ancak, o nemâzı nasıl kıldım bilmiyorum. Titreye titreye, korka korka. Efendinin imâmı olmak bir iltifat. Bunlar hep, Efendi hazretlerinin kalblerindeki muhabbetin eseridir. Muhabbet olmazsa onlar olur mu! Sonra, “Nemâzdan sonra nereye gideceksin” dedi. Efendim, Ankaraya dedim. Efendi ile görüşmek için, bir sâat için, Ankaradan gelirdim. Bir sâat sonra giderdim trenle. En çok Eskişehir soğuk olurdu, trende gelirken. Bir kerre trende hiç bir yer bulamadım efendim. Kompartımanlarda yer yok. Kompartımanların içinde yol var, tabii, daracık bir yer trenin içi. Orada köylüler yatakları yorganları yığmışlar, yatıyorlar. Onların arasından atlıya atlıya geçdim. Oturacak yer bulamadım, ayakta duracak yer de bulamadım. İki vagonu birbirine bağlayan körüklü yer var, böyle şimdi belediye otobüslerinde de var, iki otobüsü birbirine bağlıyorlar. İşte iki vagonu birbirine bağlayan körüklü yerde, bir ayağını basıyorsun bir vagona, ikinci ayağını basıyorsun ikinci vagona. İki vagonun birleşdiği yer, ve orası demir. Ankara’dan İstanbul’a orada ayakta geldim efendim. Buz gibi esiyor, o körükler var ama, körüklerin arasından rüzgar geliyor. Dondum, dondum. Eskişehirden İstanbula hareket etdi mi ferahlık gelirdi. Ohh, Efendiye yaklaşıyoruz diye, nefes alırdım İstanbulun havası geliyor diye. Yarı yol halbuki. Hele İzmitden İstanbula dönerken tren, neş’e içinde, bayılırdım Efendiye yaklaşıyoruz diye. Trenden inerdim, doğru vapura, köprüye, köprüden Eyyûbe. Vapurdan iner, Eyyûbde yokuşu çıkardım. Yorulurdum tabii. Giderdim, bakardım, mübârek odada oturuyor. Yanına oturturdu mübârek. “Ne var ne yok, nerden geliyorsun?” derdi. Anlatırdım o soğuklukları falan.
-233-
Bir gün de gitdim yine Efendiye, ikindi nemâzına. Efendi hazretleri yalnızdı odada. “İkindiyi kıldın mı?” dedi. “Hayır efendim, daha kılmadım” dedim. “Hadi gel, gidelim de beraber kılalım mescitte” dedi. Çıktım, abdest aldım geldim. Efendinin peşinde mescide gitdik. Sünnetleri kıldık. İkimiz farzı kılacağız, bana “Hadi sen imâm ol” buyurdu. Şaşırdım. Ben imâm olacağım Efendiye! Olmaz denir mi! Başüstüne efendim dedim. Beraber nemâz kıldık, ben imâm oldum, Efendi müezzin oldu. Ancak, o nemâzı nasıl kıldım bilmiyorum. Titreye titreye, korka korka. Efendinin imâmı olmak bir iltifat. Bunlar hep, Efendi hazretlerinin kalblerindeki muhabbetin eseridir. Muhabbet olmazsa onlar olur mu! Sonra, “Nemâzdan sonra nereye gideceksin” dedi. Efendim, Ankaraya dedim. Efendi ile görüşmek için, bir sâat için, Ankaradan gelirdim. Bir sâat sonra giderdim trenle. En çok Eskişehir soğuk olurdu, trende gelirken. Bir kerre trende hiç bir yer bulamadım efendim. Kompartımanlarda yer yok. Kompartımanların içinde yol var, tabii, daracık bir yer trenin içi. Orada köylüler yatakları yorganları yığmışlar, yatıyorlar. Onların arasından atlıya atlıya geçdim. Oturacak yer bulamadım, ayakta duracak yer de bulamadım. İki vagonu birbirine bağlayan körüklü yer var, böyle şimdi belediye otobüslerinde de var, iki otobüsü birbirine bağlıyorlar. İşte iki vagonu birbirine bağlayan körüklü yerde, bir ayağını basıyorsun bir vagona, ikinci ayağını basıyorsun ikinci vagona. İki vagonun birleşdiği yer, ve orası demir. Ankara’dan İstanbul’a orada ayakta geldim efendim. Buz gibi esiyor, o körükler var ama, körüklerin arasından rüzgar geliyor. Dondum, dondum. Eskişehirden İstanbula hareket etdi mi ferahlık gelirdi. Ohh, Efendiye yaklaşıyoruz diye, nefes alırdım İstanbulun havası geliyor diye. Yarı yol halbuki. Hele İzmitden İstanbula dönerken tren, neş’e içinde, bayılırdım Efendiye yaklaşıyoruz diye. Trenden inerdim, doğru vapura, köprüye, köprüden Eyyûbe. Vapurdan iner, Eyyûbde yokuşu çıkardım. Yorulurdum tabii. Giderdim, bakardım, mübârek odada oturuyor. Yanına oturturdu mübârek. “Ne var ne yok, nerden geliyorsun?” derdi. Anlatırdım o soğuklukları falan.
-devamı var-