DOSTU DOSTA KAVUŞTURUN!
Hazret-i Âişe’den edilir ki rivâyet:
Babam, dâr-ı bekâya göç eyledi nihâyet.
Tereddüt eyledi ki, sahâbenin her biri:
“Nereye defnedelim acabâ Ebû Bekr’i?”
Ben de, bu ızdırâbla, uyudum o arada.
Kulağıma, gâibden geldi şöyle bir nidâ:
(Dostu, dostun yanına, ulaştırın!) diyordu.
Bu ses, cümle eshâba, mânevî rehber oldu.
Uyanınca, eshâba anlattım bu rüyâyı.
Dediler: (Biz de duyduk, gece aynı nidâyı.)
Artık lüzûm kalmadı istişâre etmeye.
Defnedildi Resûl’ün bulunduğu hücreye.
Ayrıca kendisi de, vefât etmeden önce,
Vasıyyet eylemişti, sahâbeye şöylece:
(Eğer vefât edersem, cenâzemi alınız.
Hücre-i seâdetin, eşiğine varınız.
Kapısını çalarak, içeri defnim için,
Resûl-i kibriyâdan isteyin ruhsat, izin.
Eğer açılır ise kapı kendiliğinden,
Cenâzemi, hücreye defnedin siz de hemen.)
Hazret-i Ebû Bekir, vaktâ ki etti vefât,
Cenâze hizmetleri, icrâ oldu o sâat.
Vasıyyet mûcibince, cenâzeyi aldılar.
Hücre-i seâdetin, tam önüne vardılar.
Kapısını çalarak, dediler: (Ebû Bekir,
İçeri defni için, izin istemektedir.)
Bu arzı müteâkip, bütün eshâb-ı kirâm,
“Ne cevap gelir?” diye, beklerken merakla tam,
Kapı derhâl açılıp, ardından geldi bir ses.
Orada olanlardan, işitti bunu herkes.
Diyordu: (Cenâzeyi, içeri getiriniz.
Hazret-i Peygamberin, yanına defnediniz.)
Girip defneylediler içeri cenâzeyi.
Sahâbenin cümlesi, gördü bu hâdiseyi.
Yine “Sıddîk-ı ekber“, ölüm hastalığında,
Âişe vâlidemiz bulunurdu yanında.
O, hasta yatağında, erişmeden henüz mevt,
Hazret-i Sıddîka’ya, eyledi bir vasıyyet.
Buyurdu ki: (Ey kızım, ben vefât ediyorum.
Lâkin çocuklarımı, sana bırakıyorum.)
Bir miktâr sükût edip, dedi ki daha sonra:
(İki kız, iki oğlan, göz kulak ol onlara!)
Lâkin o, hayret edip, arz etti ki bâhusûs:
(Kız kardeşim bir idi, siz iki buyurdunuz.)
Dedi ki: (Hâmiledir hanımım şu an benim.
Doğumu pek yakındır, “kız” olur zannederim.)
Bu vasıyyeti yapıp, vefât eyledi hemen.
Doğum oldu, baktılar, “Kız” oldu hakîkaten.