NAZAR DEĞMESİ HAKTIR
Emretti Hak teâlâ hem Cibrîl-i emîne,
Ki, “En’âm sûresi”ni, indirsin Habîbine.
Yetmiş bin melek ile, indi yere Cebrâil.
Resûl’ün huzûruna, bir anda oldu dâhil.
Sûreyi, Rabbimizden aldığı gibi yine,
Okudu âyet âyet, Allahın Habîbine.
Resûlullah o akşam, çağırdı sahâbeyi.
Ki, okusun onlara, nâzil olan sûreyi.
Sahâbenin cümlesi, vahyi dinlemek için,
Toplandılar evinde Hazret-i Âişe’nin.
Herkes tamâm olunca, yaktılar bir kandili.
Ve lâkin biraz sonra, azaldı ışık hayli.
Bu sefer Resûlullah, verdi ki şöyle emir:
(Kandilin ışığını çoğalt yâ Ebâ Bekir!)
O, getirdi ise de iş bu emri yerine,
Ve lâkin biraz sonra, azaldı ışık yine.
Hazret-i Ebû Bekr’e, yine Fahr-i kâinât,
Buyurdu: (Yâ Ebâ Bekr, ışığı yine çoğalt!)
Yağının bittiğini anlayıp o bu kere,
Arz edince durumu Hazret-i Peygambere,
Buyurdu: (Gece vakti, gidip yağ alamayız.
Ama bu sûreyi de, lâzımdır okumamız.
Öyleyse yâ Ebâ Bekr, sen, kendi tükrüğünden,
O kandilin içine, bir miktâr damlat hemen.)
(Peki yâ Resûlallah!) diyerek o bu defâ,
Kalkıp, Resûlullahın emrini etti îfâ.
Âişe-i Sıddîka, ediyor ki rivâyet:
(Babam, işbu emre de eyleyince riâyet,
Öyle fazlalaştı ki, ışığı o kandilin,
Kamaştı hep gözleri, bilcümle sahâbînin.)
O zaman: (Bu kandili, hiç söndürmeyin!) diye,
Emretti Resûlullah, Hazret-i Âişe’ye.
O da, Resûlullaha, hemen (Peki!) diyerek,
Söndürmedi onu hiç, kendisi sönene dek.
Hazret-i Âişe’nin, evinde o böylece,
Hiç fâsıla vermeden, yanıp durdu çok gece.
Sonradan bir münâfık, oldu buna muttali.
Çok hayretine gitti, o kandilin bu hâli.
Ve kandile, kem gözle bakınca o münâfık,
Azalıp söndü birden, yanmadı daha artık.
Onun “kötü nazarı“, söndürünce kandili,
Gönderdi Hak teâlâ, Hazret-i Cebrâil’i.
Geldi Resûlullaha Cibrîl aleyhisselâm.
Dedi ki: Hak teâlâ, gönderdi sana selâm.
Buyurdu: (Kullarımdan, vardır ki bâzıları,
Çok şeye zarar verir onların nazarları.
Kandilin sönmesine, olmasaydı o sebep,
Tâ kıyâmete kadar, yanacaktı böyle hep.)