BU SEFERDEN VAZGEÇMEM
Dünyâdan âhİrete göçmesiyle Resûl’ün,
Halîfe seçilmesi, îcâb etti aynı gün.
Ve lâkin bir tereddüt oldu ki o arada:
“Halîfe, bir mi olsun, iki mi olsun ya da?“
Bir başka tereddüt de, şu idi ki: “Halîfe,
Ensârdan mı seçilsin, Muhâcirden mi?” diye.
Bu iki mes’elede, eshâb karârsız iken,
Hazret-i “Ebû Bekir“, ortaya çıktı birden.
Dedi: (Ey müslümânlar, hamdolsun Rabbimize,
Ki, hidâyet yolunu, gösterdi hepimize.
Şimdi görüyorum ki, tereddüt edersiniz.
“Halîfe, bir mi olsun, ya iki mi?” dersiniz.
Şunu iyi bilin ki, olmaz iki halîfe.
Bana soruyorsanız, karşıyım bu teklîfe.
Bir hânenin içinde, iki hâne sâhibi,
Bir kında, iki kılıç bulunmadığı gibi.
Yine ben işittim ki Resûl’ün kendisinden:
(Halîfe, olmalıdır Kureyş kabîlesinden.)
Cümle eshâb dinleyip, onu tasdîk ettiler.
Onun dediği gibi, hâl yoluna gittiler.
Yine Resûl, dünyâya etmeden henüz vedâ,
Hazret-i “Üsâme“yi, göndermişti cihâda.
Lâkin islâm ordusu, çıkmadan Medîne’den,
Allahın Sevgilisi, göç etti bu âlemden.
Bir tereddüt geldi ki yine her sahâbîye:
“Gidelim mi, veyahut dönelim mi geriye?”
Zîrâ Resûlullahın, vefâtıyla berâber,
Rücû etti islâmdan bir kısım kabîleler.
Çok yerde, karışıklık baş gösterdi o ara.
Fırsat oldu bu durum, cümle münâfıklara.
Saldırmak istediler, mü’minlere her yerden.
Eshâbın tereddüdü olmuştu bu sebepten.
Muhâcirîn ve Ensâr, dediler ki ekserî:
(İptâl etsin Üsâme, gideceği seferi.
Zîrâ biz gönderirsek orduyu uzaklara,
Saldırır münâfıklar, gelip müslümânlara.)
Lâkin Hazret-i Sıddîk, Hızır gibi yetişip,
Hitâb etti eshâba, bir hutbe îrâd edip.
Dedi: (Ey müslümânlar, bilin ki şunu iyi,
Dağdan kurtlar inerek, yiyecek olsa bizi,
Yine Resûlullaha tam uyabilmek için,
Vazgeçmem bu seferden, doğrusu budur işin.)
Daha sonra dönerek Hazret-i Üsâme’ye,
Buyurdu: (Devâm edin, yarım kalan sefere!)
Buna vâkıf olunca kâfir ve münâfıklar,
İslâmın bu gücünden, korkuya kapıldılar.
Dediler: (Mü’minlerin, ne büyük ki ordusu,
Bir kısmı, uzaklara gitti, hayret doğrusu.)
Dünyâdan âhİrete göçmesiyle Resûl’ün,
Halîfe seçilmesi, îcâb etti aynı gün.
Ve lâkin bir tereddüt oldu ki o arada:
“Halîfe, bir mi olsun, iki mi olsun ya da?“
Bir başka tereddüt de, şu idi ki: “Halîfe,
Ensârdan mı seçilsin, Muhâcirden mi?” diye.
Bu iki mes’elede, eshâb karârsız iken,
Hazret-i “Ebû Bekir“, ortaya çıktı birden.
Dedi: (Ey müslümânlar, hamdolsun Rabbimize,
Ki, hidâyet yolunu, gösterdi hepimize.
Şimdi görüyorum ki, tereddüt edersiniz.
“Halîfe, bir mi olsun, ya iki mi?” dersiniz.
Şunu iyi bilin ki, olmaz iki halîfe.
Bana soruyorsanız, karşıyım bu teklîfe.
Bir hânenin içinde, iki hâne sâhibi,
Bir kında, iki kılıç bulunmadığı gibi.
Yine ben işittim ki Resûl’ün kendisinden:
(Halîfe, olmalıdır Kureyş kabîlesinden.)
Cümle eshâb dinleyip, onu tasdîk ettiler.
Onun dediği gibi, hâl yoluna gittiler.
Yine Resûl, dünyâya etmeden henüz vedâ,
Hazret-i “Üsâme“yi, göndermişti cihâda.
Lâkin islâm ordusu, çıkmadan Medîne’den,
Allahın Sevgilisi, göç etti bu âlemden.
Bir tereddüt geldi ki yine her sahâbîye:
“Gidelim mi, veyahut dönelim mi geriye?”
Zîrâ Resûlullahın, vefâtıyla berâber,
Rücû etti islâmdan bir kısım kabîleler.
Çok yerde, karışıklık baş gösterdi o ara.
Fırsat oldu bu durum, cümle münâfıklara.
Saldırmak istediler, mü’minlere her yerden.
Eshâbın tereddüdü olmuştu bu sebepten.
Muhâcirîn ve Ensâr, dediler ki ekserî:
(İptâl etsin Üsâme, gideceği seferi.
Zîrâ biz gönderirsek orduyu uzaklara,
Saldırır münâfıklar, gelip müslümânlara.)
Lâkin Hazret-i Sıddîk, Hızır gibi yetişip,
Hitâb etti eshâba, bir hutbe îrâd edip.
Dedi: (Ey müslümânlar, bilin ki şunu iyi,
Dağdan kurtlar inerek, yiyecek olsa bizi,
Yine Resûlullaha tam uyabilmek için,
Vazgeçmem bu seferden, doğrusu budur işin.)
Daha sonra dönerek Hazret-i Üsâme’ye,
Buyurdu: (Devâm edin, yarım kalan sefere!)
Buna vâkıf olunca kâfir ve münâfıklar,
İslâmın bu gücünden, korkuya kapıldılar.
Dediler: (Mü’minlerin, ne büyük ki ordusu,
Bir kısmı, uzaklara gitti, hayret doğrusu.)