İbn-i Hafîf hazretleri “rahmetullahi aleyh” anlatır:
“Tasavvufta ilerlediğim ilk sıralarda hacca gitmek için yola çıktım. O zaman kendimi bir başka görüyordum. Bağdât’a geldiğimde, Cüneyd-i Bağdâdî’yi bile ziyâret etmedim. Çöl yoluna çıktığımda çok susamıştım, yanımda bir ip ve su kovası vardı. Bir kuyu gördüm. Bir ceylan bu kuyudan su içiyordu. Kuyunun başına geldim ve suyun dibe çekildiğini gördüm. Susuzluğa dayanamayarak; “Yâ Rabbî! Bu kulunun şu ceylan kadar da mı değeri yoktur?” dedim. Sonra bir ses duydum. “O ceylanın yanında, ipi ve kovası yoktu. O bize güveniyordu.” Bunun üzerine ipi ve kovayı attım ve yoluma devâm ettim. Bir süre gittikten sonra yine bir ses; “Ey İbn-i Hafîf! Biz seni nasıl sabredeceksin diye imtihan ettik. Şimdi geri dön ve suyunu iç!” dedi. Geri döndüğümde, kuyunun ağzına kadar dolu olduğunu gördüm ve suyumu içip abdest aldım. Medîne’ye varıncaya kadar hiç susamadım. Mekke’den geri dönüşümde Bağdât’a uğradım. Cumâ günü câmiye gittiğimde Cüneyd-i Bağdâdî’yi gördüm. Bana; “Eğer sabretseydin, su, ayaklarının altından fışkıracak ve arkandan akacaktı.” dedi.