Bir gün Mevlâna Celaleddin-i Rumi “kuddise sirruh” hazretleri, birkaç talebesiyle birlikte Şeyh Selâhaddin-i Zerkûb’un dükkânında oturmuştu. Birdenbire ihtiyar bir adam göğsünü döverek, ağlayıp sızlayarak içeri girdi; Mevlâna’nın ayağına kapandı, hüngür hüngür ağladı ve : “Yedi yaşında bir çocukcağızım vardı. Onu çaldılar. Kaç gündür aramaktan dermansız bir hâle geldim; ama yine onu bulamadım” dedi. Bunun üzerine Mevlâna büyük bir hiddetle: “Tuhaf şey, bütün varlıklar Allah’ı kaybetmişler, onu hiç aramıyor ve onun için de bir istekte bulunmuyorlar. Ne göğüslerini, ne de başlarını dövüyorlar. Sana ne oldu da göğsünü dövüyorsun. Senin gibi bir ihtiyar kendi çocukcağızının hasretiyle harap ve rüsvâ oluyor. Neden bir an Allah’ı anmıyor ve imdat istemiyorsun ki kaybolmuş Yusuf’unu Yakup gibi bulasın” buyurdu. Çaresiz kalan ihtiyar derhâl tövbe istiğfar etti ve göğsünü kapamağa başladı. Tam bu sırada onun kaybolan çocuğunun bulunduğu haberini getirdiler.