Ubeydüllah-i Ahrâr “rahmetullahi aleyh” hazretleri buyurdu ki;
Zamânımızda ehl-i irâdet, mürit, talebe olmak kâbiliyetine sâhip olanlar azdır. Bir âlim, büyüklerden birine haber gönderip; “Burada mürit olacak vasıflı insan azdır. Sizin orada bu vasfı taşıyan kimseler varsa bize gönderiniz!” demiştir. Bu haberi alan büyük zât, bir mektup yazarak şöyle cevab vermiştir: “Bahsettiğiniz vasıfta mürit olacak kimseler bizim burada yoktur. Eğer şeyh isterseniz çoktur. İstediğiniz kadar gönderelim!”
Bir sohbeti sırasında büyüklerin hâllerinden anlatarak şöyle buyurdu:
“Evliyânın meşhûrlarından olan Şiblî hazretleri “rahmetullahi aleyh”, tasavvuf büyüklerinin yoluna girdiği sırada, babası Vâsıt şehrinin hâkimi, valîsi idi. Önce Muhammed Hayrın huzûrunda tövbe etti. Sonra Muhammed Hayr hazretleri onu Cüneyd-i Bağdâdî hazretlerine “kuddise sirruh” gönderdi. Göndermesindeki sebep; Şiblî hazretlerinin, Cüneyd-i Bağdâdî’nin akrabâsı olmasıydı. Böylece edebe riâyet etmiş oldu.
Şiblî “rahmetullahi aleyh”, Cüneyd-i Bağdâdî’ye talebe olunca; önce ona yedi sene ticâret yapmasını ve bu ticaretten elde ettiği kazancını, o zamâna kadar olan günâhlarının afvı için sadaka olarak dağıtmasını emir etti. Sonra onu tasavvufta yetiştirip, yüksek derecelere kavuşturdu.”
Şiblî “rahmetullahi aleyh”, Cüneyd-i Bağdâdî’ye talebe olunca; önce ona yedi sene ticâret yapmasını ve bu ticaretten elde ettiği kazancını, o zamâna kadar olan günâhlarının afvı için sadaka olarak dağıtmasını emir etti. Sonra onu tasavvufta yetiştirip, yüksek derecelere kavuşturdu.”