Seyyid Abdülhakîm Arvâsî hazretleri, açtığı medresedeki bir hatırasını şöyle anlatıyor:
“Başkale şehrinde bir medresem vardı. Bu medresede 20-30 talebe okutuyordum. Talebenin yemesi, içmesi, elbiseleri, bütün masrafları hep bana âit idi.
Bir gün medresede ders veriyordum ki, kapı açıldı. Gayet temiz giyinmiş bir bey içeri girdi, selâm verdi ve dersi dinledi. Ders sonunda yanıma geldi ve; “Efendim, kaç talebeniz var? Hangi kitapları okutuyorsunuz? Hangi kitaplara ihtiyacınız var?” diye sordu.
Ben de lâzım olan bir çok kitap ismi verdim. Cebinden defterini çıkardı, bütün ihtiyâçlarımı deftere yazdı. Biraz sonra da veda etti, gitti. Konuşması gayet nazik, elbisesi gayet muntazam ve temiz olduğundan, bunun bir İstanbul beyefendisi olduğunu anladım.
Aradan birkaç ay geçti. Ben artık bunu unutmuştum. Bir gün medreseye postacı geldi ve; “Seni postaneden istiyorlar.” dedi. Hemen kalkıp gittim. Postanede memurlar; “Bunlar sana geldi.” dediler ve bana iki büyük sandık gösterdiler. Baktım, koca koca iki sandık. İki sandık da kitap doluymuş. Kitapları, sandıkları aldım, hayvana yükletip medreseye getirttim. Sandıklar açıldı. Bir de ne göreyim, sandığın içinde, iki ay evvel, İstanbul’dan gelen o beyefendiye isimlerini yazdırdığım kitaplar bunlar. Üzerine de bir kâğıt konulmuş. Alıp okudum. Kâğıtta; “Halîfe-i müslimîn Sultan Abdülhamîd Hânın hediyesidir.” yazılıydı. Çok sevindim. Demek ki Sultan Abdülhamîd Hân, “rahmetullahi aleyh” bütün Anadolu’ya, bütün medrese ve ilim yuvalarına böyle bedava kitap gönderiyordu…
“
(Bir talebesi)