KUŞ VE AYAKKABI
Bir gün “Peygamberimiz”, abdest aldı sahrâda.
Ve ayakkabısını giyeceği sırada,
Ve ayakkabısını giyeceği sırada,
Yukardan bir “Kuş” gelip, bir tânesini aldı.
Ve o ayakkabıyla birlikte havalandı.
Ve o ayakkabıyla birlikte havalandı.
Resûlullah o kuşa bakıyorken, bu kere,
Ayakkabı içinden bir “Yılan” düştü yere.
Ayakkabı içinden bir “Yılan” düştü yere.
Sonra da o pabucu, kuş getirip tekrârdan,
Aldığı yere koyup, uzaklaştı oradan.
Aldığı yere koyup, uzaklaştı oradan.
Yine Peygamberimiz, gazâlarda, çöllerde,
Bilhassa tehlikeli zaman ve mahallerde,
Bilhassa tehlikeli zaman ve mahallerde,
Kendini muhâfaza etmek için düşmandan,
“Bekçi” ve “Muhâfız”lar koyardı çoğu zaman.
“Bekçi” ve “Muhâfız”lar koyardı çoğu zaman.
Ne zaman ki bir âyet inince o Server’e,
Artık lüzûm kalmadı muhâfız kimselere.
Zîrâ buyuruldu ki o âyette meâlen:
(Seni, Allah hıfzeder insanların şerrinden.)
Artık lüzûm kalmadı muhâfız kimselere.
Zîrâ buyuruldu ki o âyette meâlen:
(Seni, Allah hıfzeder insanların şerrinden.)
Yine Resûlullah’ın mübârek bedenine,
Değen bir şey, yanmazdı, ateşe girse bile.
Değen bir şey, yanmazdı, ateşe girse bile.
Ve nitekim “Enes bin Mâlik” in bir “Mendil”i,
Vardı, Resûlullah’ın hediye eylediği.
Vardı, Resûlullah’ın hediye eylediği.
O mendil kirlenince, ateşe atıyordu.
Kirleri temizlenip, kendisi yanmıyordu.
Kirleri temizlenip, kendisi yanmıyordu.
“Selmân-ı Fârisî” de, önce mecûsî iken,
Sonunda îmân edip, oldu sahâbîlerden.
Sonunda îmân edip, oldu sahâbîlerden.
O der ki: Bir îsevî âlimi, bana bir gün,
Şu üç alâmetini bildirmişti Resûl’ün:
Şu üç alâmetini bildirmişti Resûl’ün:
(Sadaka almaz ama, kabûl eder hediye.
Sırtında bir ben vardır, mühr-ü nübüvvet diye.)
Sırtında bir ben vardır, mühr-ü nübüvvet diye.)
Ben bunu öğrenince, bir miktâr “Hurma” aldım.
Gidip, Resûlullah’ın huzûrlarına vardım.
Gidip, Resûlullah’ın huzûrlarına vardım.
Dedim: (Bu sadakadır, lütfen kabûl ediniz.
Arkadaşlarınızla berâberce yiyiniz.)
Arkadaşlarınızla berâberce yiyiniz.)
Eshâbını çağırıp, buyurdu: (Yiyin bundan.)
Ve lâkin hiç yemedi kendisi o hurmadan.
Ve lâkin hiç yemedi kendisi o hurmadan.
Bu, birinci delîldi Peygamber olduğuna.
Az hurma daha alıp, vardım huzûrlarına.
Az hurma daha alıp, vardım huzûrlarına.
O bir avuç hurmayı çıkarıp takdîm ettim.
Dedim ki: (Bu hurmalar, hediyedir efendim.)
Dedim ki: (Bu hurmalar, hediyedir efendim.)
Çağırdı sahâbeyi huzûruna bu sefer.
Ve yedi kendisi de eshâbiyle berâber.
Ve yedi kendisi de eshâbiyle berâber.
“Yirmibeş” tâne idi o hurmalar vallahi.
Çekirdekleri saydım, fazlaydı “Bin” den dahî.
Çekirdekleri saydım, fazlaydı “Bin” den dahî.
Ertesi gün, Resûl’ün yanına gittim yine.
O ise gidiyordu bir mevtânın defnine.
O ise gidiyordu bir mevtânın defnine.
“Mühr-ü nübüvvet”ini görmekti arzûm o gün.
Bu niyetle yanına yaklaştım o Resûl’ün.
Bu niyetle yanına yaklaştım o Resûl’ün.
Murâdımı anlayıp, kaldırdı gömleğini.
Görmekle şereflendim “Mühr-ü nübüvvet”ini.
Görmekle şereflendim “Mühr-ü nübüvvet”ini.