AĞAÇLAR SELÂM ALDI
“Abdullah bin Abbâs”ın annesini, o Server,
Görerek, kendisine verdi şöyle bir haber:
Görerek, kendisine verdi şöyle bir haber:
Buyurdu ki: (Ey hâtun, çok yakında senin bir,
Oğlun olacaktır ki, doğunca bana getir.)
Oğlun olacaktır ki, doğunca bana getir.)
Çok geçmeden bir oğlu olmuştu hakîkaten.
Alıp, Resûlullah’a getirdi onu hemen.
Alıp, Resûlullah’a getirdi onu hemen.
Resûlullah, çocuğu aldı ondan severek.
Buyurdu: (Halîfeler babasıdır bu bebek.)
Buyurdu: (Halîfeler babasıdır bu bebek.)
Buna vâkıf olunca hazreti Abbâs dahî,
Gitti Resûlullah’ın yanına bizâtihî.
Gitti Resûlullah’ın yanına bizâtihî.
Dedi: (Yâ Resûlallah, oğlumuzun hakkında,
“Halîfeler babası” dediniz mi yakında?)
“Halîfeler babası” dediniz mi yakında?)
Buyurdu ki: (Yâ Abbâs, söyledim öyle, evet.
Çünkü halîfelerin babasıdır o elbet.)
Çünkü halîfelerin babasıdır o elbet.)
Velhâsıl Resûlullah nasıl buyurdu ise,
Hakîkaten aynıyle vukû buldu hâdise.
Hakîkaten aynıyle vukû buldu hâdise.
Abbâsî devletinin zîrâ her halîfesi,
“Abdullah bin Abbâs”ın soyundan geldi hepsi.
“Abdullah bin Abbâs”ın soyundan geldi hepsi.
Yine nakledilir ki Aliyyül Mürtezâ’dan:
Çağırdı Resûl beni huzûruna bir zaman.
Çağırdı Resûl beni huzûruna bir zaman.
Ve bana buyurdu ki: (Yâ Alî, bin devene.
Zîrâ kadı olarak gideceksin Yemen’e.)
Zîrâ kadı olarak gideceksin Yemen’e.)
Dedim: (Yâ Resûlallah, baş üstüne ve lâkin,
Bu husûsta, size bir arzı var bu fakîrin.
Bu husûsta, size bir arzı var bu fakîrin.
Şöyle ki, görmüyorum kendimi buna ehil.
Zîrâ henüz çok gencim, ilmim de kâfî değil.)
Zîrâ henüz çok gencim, ilmim de kâfî değil.)
O zaman Resûlullah, mübârek elleriyle,
Göğsümü sıvazlayıp buyurdular ki şöyle:
Göğsümü sıvazlayıp buyurdular ki şöyle:
(Yâ rabbî, sen Alî’ye ihsân et ilim, hikmet.
Ve bu vazîfesinde ver ona tam ehliyet.)
Ve bu vazîfesinde ver ona tam ehliyet.)
Sonra da seâdetle buyurdu ki: (Yâ Alî!
Haydi git, zîrâ seni bekliyor o ahâli.
Haydi git, zîrâ seni bekliyor o ahâli.
Müslümân olmıyanlar varsa da içlerinde,
Onlar da îmân eder, seni gördüklerinde.
Onlar da îmân eder, seni gördüklerinde.
Yâ Alî, sen Yemen’e varmadan biraz evvel,
Bir tepe üzerinden geçeceksin muhtemel.
Bir tepe üzerinden geçeceksin muhtemel.
O tepeye varınca, görürsün ki o ara,
İnsanlar, senin için dökülmüşler yollara.
İnsanlar, senin için dökülmüşler yollara.
O zaman nidâ et ki: (Ey ağaçlar, ey taşlar!
Allah’ın Resûlünün size selâmları var.)
Allah’ın Resûlünün size selâmları var.)
“Baş üstüne” diyerek çıktı yola velhâsıl.
Buyurulan tepeye nihâyet oldu vâsıl.
Buyurulan tepeye nihâyet oldu vâsıl.
Resûl’ün selâmını söyleyince o dağda,
Bir anda kopuverdi bir uğultu, dağdağa.
Bir anda kopuverdi bir uğultu, dağdağa.
Ne kadar taş ve ağaç var ise dağda eğer,
Resûl’ün selâmını aldılar hep berâber.
Resûl’ün selâmını aldılar hep berâber.
Kâfirler görür görmez Ondan bu kerâmeti,
Derhâl îmân ettiler, getirip şehâdeti.
Derhâl îmân ettiler, getirip şehâdeti.