BİR KILIN HÜRMETİNE
“Resûl”ün kıymetini, insanlar değil yalnız,
Bütün hayvânât dahî bilirdi istisnâsız.
Bütün hayvânât dahî bilirdi istisnâsız.
Uçmadıkları gibi kuşlar Kâbe üstünden,
Onun üzerinden de uçmazlardı edebten.
Onun üzerinden de uçmazlardı edebten.
Yine Peygamberimiz, Mîrâc’ta hem o gece,
Allahü teâlâya suâl etti şöylece:
Allahü teâlâya suâl etti şöylece:
(Yâ rabbî, Cebrâil’e altıyüz kanat verdin.
Bunun mukâbilinde bana ne ihsân ettin?)
Bunun mukâbilinde bana ne ihsân ettin?)
Hak teâlâ cevâben Sevgili Peygambere,
Buyurdu: (Senin bir tek saç kılın, bana göre,
Buyurdu: (Senin bir tek saç kılın, bana göre,
Cebrâilin altıyüz kanadına nazaran,
Daha çok kıymetli ve sevgilidir her zaman.)
Daha çok kıymetli ve sevgilidir her zaman.)
Yine “Hâlid bin Velîd” hazretlerinin dahî,
Bir başlığı var idi, pek çok değer verdiği.
Bir başlığı var idi, pek çok değer verdiği.
Onu, hangi savaşta örtse idi O eğer,
Düşmanlarına karşı olurdu hep muzaffer.
Düşmanlarına karşı olurdu hep muzaffer.
Ve lâkin o başlığı kaybedince o bir gün,
Oldu bunun yüzünden çok mükedder ve üzgün.
Oldu bunun yüzünden çok mükedder ve üzgün.
Dediler: (Kaybettiğin, bir başlık değil midir?
Öyle ise, bu kadar üzülmek peki nedir?)
Öyle ise, bu kadar üzülmek peki nedir?)
Dedi ki: (Bu üzülmem, çok azdır bunun için.
Zîrâ siz bilmezsiniz hikmetini bu işin.
Zîrâ siz bilmezsiniz hikmetini bu işin.
O başlığın içinde, o Server’in saçından,
Bir mübârek “kıl” vardı, üzülmem işte bundan.
Bir mübârek “kıl” vardı, üzülmem işte bundan.
O başlık, hangi harpte bulunsaydı başımda,
Muzaffer oluyordum mutlak o savaşımda.
Muzaffer oluyordum mutlak o savaşımda.
Bütün başarılarım, bundandır işte benim.
Kaybettim şimdi onu, nasıl üzülmiyeyim?)
Kaybettim şimdi onu, nasıl üzülmiyeyim?)
Yine Resûlullah’ın o mübârek cemâli,
Nûrluydu ondördüncü bir “Dolunay” misâli.
Nûrluydu ondördüncü bir “Dolunay” misâli.
“Hazreti Âişe”nin evine geldi bir gün.
Bakıp güldü Âişe yüzüne o Resûl’ün.
Bakıp güldü Âişe yüzüne o Resûl’ün.
Ne için güldüğünü suâl etti o Server.
Âişe vâlidemiz îzâh etti bu sefer.
Âişe vâlidemiz îzâh etti bu sefer.
Dedi: (Yâ Resûlallah, bu gün bir elbiseyi,
Dikerken, düşürmüştüm elimdeki iğneyi.
Dikerken, düşürmüştüm elimdeki iğneyi.
Çok aradım ise de, bulamamıştım yine.
Sen içeri girince, bulundu şimdi iğne.
Sen içeri girince, bulundu şimdi iğne.
Öyle aydınlandı ki nûrundan zîrâ evim,
İğneyi, râhatlıkla gördüm ve alıverdim.)
İğneyi, râhatlıkla gördüm ve alıverdim.)
Bunları arz edince Âişe vâlidemiz,
Ağlamaya başladı Peygamber Efendimiz.
Ağlamaya başladı Peygamber Efendimiz.
Sebebini sorunca, buyurdu ki o zaman:
(Yâ Âişe, mahşeri hâtırladım ben şu an.
(Yâ Âişe, mahşeri hâtırladım ben şu an.
Şöyle ki, ümmetimden o gün bâzı kimseler,
Benim bu cemâlimi hiç göremiyecekler.
Benim bu cemâlimi hiç göremiyecekler.
İşte o ümmetimin hâlini hâtırladım.
Onların durumuna üzüldüm de ağladım.)
Onların durumuna üzüldüm de ağladım.)