ONDAN İNİP BANA GEL
Sahâbe-i kirâmdan “Câfer ibni Muhammed”,
“Resûlullah” hakkında eder şöyle rivâyet.
“Resûlullah” hakkında eder şöyle rivâyet.
Der ki: Resûl-i ekrem hastalandı bir kere.
Cebrâil haber alıp, geldi Onu görmeye.
Cebrâil haber alıp, geldi Onu görmeye.
Getirdiği meyveden alır almaz o Server,
Zikretmeye başladı elinde o meyveler.
Zikretmeye başladı elinde o meyveler.
“Enes bin Mâlik” dahî anlatır şöyle bizzât:
Bir gün, Uhud dağına çıktı Fahr-i kâinât.
Bir gün, Uhud dağına çıktı Fahr-i kâinât.
Sallanmaya başladı “Uhud dağı” tam o an.
Dağa, şöyle seslendi Resûlullah o zaman:
Dağa, şöyle seslendi Resûlullah o zaman:
(Yâ Uhud sakin ol ki, şu anda üzerinde,
Bir Peygamber, bir Sıddîk, Şehîd vardır iki de.)
Bir Peygamber, bir Sıddîk, Şehîd vardır iki de.)
Bu nidâsı üstüne Allah’ın Habîbinin,
“Uhud”un sallanması durdu ve oldu sâkin.
“Uhud”un sallanması durdu ve oldu sâkin.
Bir gün de Resûlullah, müşriklerin şerrinden,
Selâmet bulmak için, çıktı Mekke şehrinden.
Selâmet bulmak için, çıktı Mekke şehrinden.
Önce “Sebîr” dağına çıkmıştı ki, o anda,
O dağdan, kendisine geldi şöyle bir nidâ:
O dağdan, kendisine geldi şöyle bir nidâ:
(Ey Allah’ın Resûlü, in benim üzerimden.
Daha emîn bir yere gidiver bu zeminden.
Daha emîn bir yere gidiver bu zeminden.
Zîrâ benim üstümde, müşrikler sana zarar,
Verirlerse, korkarım Rabbim beni azarlar.)
Verirlerse, korkarım Rabbim beni azarlar.)
“Abdullah bin Abbâs” da naklediyor ki bizzât:
Mekke’yi fethedince o Server-i kâinât,
Mekke’yi fethedince o Server-i kâinât,
Mekke’nin çevresinde “Taş”tan veyâ “Tahta”dan,
Yapılmış, çok sayıda putlar vardı o zaman.
Yapılmış, çok sayıda putlar vardı o zaman.
Resûlullah, Kur’ândan okuyup iki âyet,
Asâsıyla putlara eyledi bir işâret.
Asâsıyla putlara eyledi bir işâret.
Asânın gösterdiği o putlar, birer birer,
Yüzleri üzerine yerlere devrildiler.
Yüzleri üzerine yerlere devrildiler.
Yine “Ebû Tâlib”le Resûlullah, bir kere,
Oniki yaşlarında çıkmıştı bir sefere.
Oniki yaşlarında çıkmıştı bir sefere.
Busrâ’ya vardılar ki, Resûl ve Ebû Talip,
Orda, “Bahîra” diye yaşıyordu bir râhip.
Orda, “Bahîra” diye yaşıyordu bir râhip.
Bu zât okumuştu ki semâvî kitaplardan:
“Âhir zaman Nebî’si bir gün geçer buradan”.
“Âhir zaman Nebî’si bir gün geçer buradan”.
Hem de o Peygamberin çok alâmetlerini,
Öğrenmiş, bekliyordu her gün teşrîflerini.
Öğrenmiş, bekliyordu her gün teşrîflerini.
“Belki o Peygamberle görüşürüm” diyerek,
Beklerdi manastırda gece gün demiyerek.
Beklerdi manastırda gece gün demiyerek.
Yıllardır gördüyse de pek çok kâfileleri,
Fakat görememişti mâlûm alâmetleri.
Fakat görememişti mâlûm alâmetleri.
Ve nihâyet gördü ki, bir kervanı ilerden,
Bir “Bulut” geliyordu kervanın üzerinden.
Bir “Bulut” geliyordu kervanın üzerinden.
Heyecanla irkilip, dikkatle baktı yine.
Taşlar selâm verirdi, kervandaki birine.
Taşlar selâm verirdi, kervandaki birine.
Ağaçlar, bir kimseye doğru eğiliyordu.
Bildi ki “Âhir zaman Nebî’si” geliyordu.
Bildi ki “Âhir zaman Nebî’si” geliyordu.