O, HERKESTEN ÜSTÜNDÜR
İslâm âlimlerimiz buyurdu: Her Peygamber,
Kendi zamanlarının en üstünü idiler.
Kendi zamanlarının en üstünü idiler.
“Peygamberimiz” ise, farklı idi onlardan.
Zîrâ O, her zaman ve mekândaki insandan,
Zîrâ O, her zaman ve mekândaki insandan,
Yâni “Âdem Nebî”den, kıyâmet kopana dek,
Gelmiş veyâ gelecek kim varsa ins-ü melek,
Gelmiş veyâ gelecek kim varsa ins-ü melek,
Hepsinden, her bakımdan üstün ve kıymetlidir.
Hiç kimse, hiç bir yönden, Ondan üstün değildir.
Hiç kimse, hiç bir yönden, Ondan üstün değildir.
Bu, güç değil ki, zîrâ, her şeye gücü yeten,
Onu, böyle “Şerefli” yaratmıştır her şeyden.
Onu, böyle “Şerefli” yaratmıştır her şeyden.
Kimsenin gücü yoktur Onu metheylemeye.
Kimsenin iktidârı yoktur tenkît etmeye.
Kimsenin iktidârı yoktur tenkît etmeye.
Hakkında, Hak teâlâ buyurdu ki meâlen:
(Hiç bir şey yaratmazdım olmasaydın eğer sen.)
(Hiç bir şey yaratmazdım olmasaydın eğer sen.)
Hep Onda toplanmıştır “İyi huy”, “Güzel ahlâk”.
Zîrâ O, âlemlere geldi rahmet olarak.
Zîrâ O, âlemlere geldi rahmet olarak.
O idi insanların hem “En güzel yüzlü”sü.
Kırmızıyla karışık beyaz idi gül yüzü.
Kırmızıyla karışık beyaz idi gül yüzü.
Gülünce, nûr cemâli “Ay” gibi nûrlanırdı.
Sözü çok tatlı olup, gönülleri alırdı.
Sözü çok tatlı olup, gönülleri alırdı.
Aklı öyle çoktu ki, Arabistân’da gelip,
O vahşî insanların cefâsına sabredip,
O vahşî insanların cefâsına sabredip,
Güzel huyları ile, hep iyilik ederek,
Ağır cefâlara tahammül göstererek,
Ağır cefâlara tahammül göstererek,
Çoğunu yumuşatıp, getirdi itâate.
İnsanlar Onu sevip, koştular hidâyete.
İnsanlar Onu sevip, koştular hidâyete.
Hattâ Onun uğrunda, mal ve evlâtlarını,
Terk edip, seve seve verdiler canlarını.
Terk edip, seve seve verdiler canlarını.
Hiç de böyle şeylere değillerdi alışık.
Lâkin Resûlullah’a olmuştu hepsi âşık.
Lâkin Resûlullah’a olmuştu hepsi âşık.
Onun güzel huyları, afvı, sabrı, ihsânı,
Hayrân bırakıyordu kendine her insanı.
Hayrân bırakıyordu kendine her insanı.
Onun, hiç bir işinde, gizli veyâ âşikâr,
Bir çirkinlik ve kusûr görülmemiştir zinhâr.
Bir çirkinlik ve kusûr görülmemiştir zinhâr.
Kendi için, kimseye gücenmediği hâlde,
Dîne saldıranlara “Sert” idi fevkalâde.
Dîne saldıranlara “Sert” idi fevkalâde.
Kimseden ders görmeyip, bir şey okumamışken,
Eline kalem alıp, hiç yazı yazmamışken,
Eline kalem alıp, hiç yazı yazmamışken,
“Tevrât”, “İncîl” ve sâir semâvî kitaplarda,
Yazılan bilgileri, haber verdi ard arda.
Yazılan bilgileri, haber verdi ard arda.
Ve en büyük mûcize olarak da nihâyet,
“Kur’ân-ı kerîm” indi kendine âyet âyet.
“Kur’ân-ı kerîm” indi kendine âyet âyet.
Ve meydan okudu ki, (Çok uğraşsanız da siz,
Bir kısa âyet gibi hiç söyleyemezsiniz).
Bir kısa âyet gibi hiç söyleyemezsiniz).
Hakîkaten kâfirler, çok uğraştılar, fakat,
Hiç yetiremediler bu işe güç ve tâkat.
Hiç yetiremediler bu işe güç ve tâkat.
“Kur’ân”ın belâgati karşısında bu sefer,
Âciz kalıp, îmâna geldiler birer birer.
Âciz kalıp, îmâna geldiler birer birer.