Ruh-ul Beyan tefsirinde buyuruluyor ki; Bir elma ağacı veya bir armut ağacı düşünün.. bazısı bağçede, bazısı dağda büyür. Bağçede büyüyen elma ağacı bahçıvanın elinde bakılır, budanır, sulanır, ilaçlanır.. ağaç çabuk olgunlaşır, meyvası da tatlı olur. Dağdaki yabani olanı ise, korumasızdır, hamdır, geç olgunlaşır. Böcekler yer, keçiler yer, ne olacağı belli değildir. Hocası olan talebe, bahçıvanın elindeki elma gibidir. Hocası olmayan ise, dağdaki şekilsiz armut gibidir. Bahçıvanın elindeki ağacın aslı Cennette olduğu için, o da Cennete gider. Şâh-ı Nakşibend hazretleri buyuruyor ki; Bir talebe, kıyamete kadar ömrü olup hocasına dua etse, hakkını ödeyemez buyuruyor.
Şâh-ı Nakşibend hazretlerine birgün bazı insanlar gelmiş; Hocam, bize bir keramet gösterin demişler. Buyurmuş ki; Ne kerameti? Benim kerametim, her an meydandadır. Bir insan, bu kadar günahı omuzlarında taşıyıp, hala yürüyorsa, konuşuyorsa, başka ne istiyorsunuz, buyurmuşlar. Soranlar demişler ki; efendim, yine de bazan kerametiniz görülüyor.. Şâh- Nakşibend hazretleri; “Onlar bana aid değildir, hepsi Hocama aiddir” buyurmuş. Şâh-ı Nakşibend hazretleri yine buyurmuşlar ki; “Sizden fevkalade haller zuhur etse, bütün ağaçların yaprakları dile gelse, taşlar konuşsa, ey mübarek zât, sen artık mübarek oldun deseler, sakın inanmayın. Biz bununla emr olunmadık, bunun için gönderilmedik. Bizim dünyaya geliş gayemiz, Onun dinine uymak ve Onun dinini anlatmaktır“.