İbrahim bin Edhem hazretleri şehzade iken, bir gün yatağına yattığında, damda tak, tak diye ses işitiyor.. Kim var orada, diyor. Damdaki ses; “Deveci, ne yapayım, devemi kaybettim, onu arıyorum” diyor. İbrahim bin Edhem hazretleri; “Ne demek deveci? Devenin damda ne işi var?” diyor. Damdaki ses; “Allahü tealayı sıcacık yataklarda aramak olur mu? Sen keyfine bakıyorsun” diyor. İbrahim bin Edhem hazretleri, yataktan fırlıyor, yetişmek için peşinden koşuyor. Yetişmesi mümkün değil, hep mesafe ayarlı duruyor. Sonunda bir derenin başında ayağını tutuyor. Meçhul kişi; “Evet, bu saltanatsa saltanat ama sonunda felaket var. Gel bizimle beraber, bırak bunların hepsini, ahiret sultanı ol” diyor. Aradan yıllar geçiyor, İbrahim bin Edhem hazretleri, Dicle’nin kenarında otururken, eski saray mensubu arkadaşları kendisini orada bulup, “Sen ne yapıyorsun? Vah vah, şehzade ne hale gelmiş. Kalsaydınız, padişahdınız, sultandınız” diyorlar.. Daha bir sürü şeyler sayıyorlar. İbrahim bin Edhem hazretleri, onlara bakıyor, bakıyor, sonra bir iğne çıkarıp Dicle nehrine atıyor, “Ey Allahın mahlukları, benim iğnemi verin” diyor. Bütün balıkların ağzında iğne, iğneyi benden al diye atlıyorlar. “İşte, size sultan olacağıma, bunlara sultan oldum daha iyi. Benim derdim bunlar” diyor. Dolayısıyla, insan nereye sultan olacağına iyi karar vermelidir. İnsanlara sultan olmak ile Rabbimizin rızasına kavuşmayı istemek farklı şeylerdir. Çünki, bu yolda laf lakırdı yoktur. Mektubat’ta Mehmed Ma’sum hazretleri buyuruyorlar ki; Nefsi köreltmek suretiyle, açlık çekmek suretiyle, inziva suretiyle, insanlarda fevkalade haller olur. Bu fevkalade hallerin ne maksatla olduğunu ve olacağını Allah bilir. Eğer Allahın kullarına üstünlük taslamak, onların gayb olan şeylerini bulmak veyahut da şunu bunu yapmak, hatta ilaç yapmak ise, buna müslümanlıkta keramet denir. Müslüman değilse, istidrac denir. Fakat buyuruluyor ki; İkisinde de kibir vardır. Keramet gösterdiği halde kibir var, çünki yüzü insanlara dönük. Eğer kalbinde mahlukat yoksa, Allah varsa, ona ârif denir, marifet ehlidir. Onun kerametle falan hiç ilgisi yoktur. Sadece en büyük kerameti, baktığı zaman kimin ne maksatla oturduğunu, kimin ne maksatla dinlediğini, kimin ne maksatla yaşadığını, ne maksatla ibadet ettiğini, hepsini bilir. Dolayısıyla, insanlık halleri çok fazladır. Mübarek insanları tanımak mümkün değildir. Çarşıya çıkarlar, alış-veriş yaparlar. Herkes onu kendisi gibi zan eder. Halbuki tam marifet ehlidir. Ondan sonra, onlarda keramet olsa bile, düşünmedikleri için, bilmezler. Keramet olmuş, olmamış, onların aklı orada değildir. İşte, marifet ehliyle öteki insanlar arasındaki fark, Halık ile mahluk arasındaki fark kadardır. O kadar büyüktür ama anlaşılmaz. Çünki, insanlık halleri onlarda çok fazladır. Hallerini setr ettikleri için tanınmazlar. Arif olanlar, yalnız Allahtan, ahiretten bahs edip, insanları o seadete kavuşturmak için uğraşanlardır. Özellikleri de, insanların kalbine baktıkları zaman, salih mi fasık mı, derhal anlarlar. Bunlar marifet ehlidir. Keramet ehli, harika ehli olanlar ise, mahluklarla, insanlarla uğraşırlar ve kaybolan eşyaları, istikbalde olması muhtemel olanları, geçmişteki şeyleri bilmeğe çalışırlar. Onların uğraştığı saha, Allahın yarattıkları, kullarıdır. Arifler ise, katiyyen böyle şeyleri akıllarına bile getirmezler. Dolayısıyla, insanlar bu harikulade şeyler gösterenlere itibar gösterirler, daha çok, onların peşinden giderler. Allahü teala ile araları pek belli olmadığı için de, ahiretleri gariptir. Marifet ehli olanlar ise dünyaya hiç kıymet vermediğinden dâima azınlıktadır. Keramet ehlinin etrafı kalabalıktır, insanlar onları büyük bilir. Marifet ehlinin etrafında her zaman az insan bulunur, kıymetini bilenler azdır.