Gece gündüz ibadet yapan çok mübarek bir zat varmış, birgün bir diş’i ağrımış. Izdırabtan ibadet yapamaz hale gelmiş. Diş doktoruna gidip ne olur şu ağrımı dindir demiş. O da peki, senin diş ağrını gideririm, sen bana ne vereceksin demiş. Mübarek zat, kaç para istersen veririm diyor, fakat doktor, senden para istemiyorum, sen yaptığın bütün ibadetlerin sevabını bana ver, ben de senin ağrını dindireyim diyor. Adam gece gündüz namaz kılmış, ibadet yapmış, bir diş ağrısına hepsini feda edecek. Verse bir türlü, vermese bir türlü. Vermese ibadet yapacak hali yok… Kendi kendine düşünmüş ki; “Ya rabbi, ben bu sevapları vereyim, sana tekrar ibadet yapmaya başlarım. Sen çok merhametli çok cömert bir Allahsın, ben verdim desem de sen zaten benden almazsın, ona da verirsin”… Ondan sonra verdim diyor. Doktor da ağrısını gideriyor. Tam giderken, doktor; dur bakalım gidemezsin demiş.. “sen bir diş ağrısına bütün ömrünün ibadetlerini verdin, daha otuziki dişin var, gözün var, kulağın var… her zerren için… hani ibadetin, ne kadar daha vereceksin, yeter mi ibadetin” diyor. İnsan acizdir, bir diş ağrısına bile bütün ibadetlerini verir. O halde bizim Allahü tealaya arz edeceğimiz ne ibadetimiz olabilir ki?.. Bu mübarek zat “ben kendimi mübarek sanıyordum, sen benden daha mübareksin” deyince, diş doktoru da çok enteresan bir söz söylemiş… diyor ki; “kimin mübarek olduğu belli olmaz, dış görünüşe göre karar verilmez, mübarek olan diş doktoru da olabilir, kimyager de olabilir, eczacı da olabilir, biyoloji öğretmeni de olabilir, gazeteci de olabilir… bu kimyacıdır, dinden ne anlar diyen, öyle aldanır ki, bu aldanması dünyasını da ahiretini de harab eder. Kitaplar diyor ki; bu göz çok iyidir ama çok da yanıltıcıdır. Bir çok insanın müslüman olamamasının sebebi bu gözdür. Gözüne inanan, mübarek bir zatın kıyafetine, mesleğine bakarak yanılır, Onu dinlemez ve istifade edemez. Başdaki göze değil, kalbdeki göze tâbi olmak lazımdır, kalbdeki göz, doğruyu-yanlışı ayırır, kimin sevilip kimin sevilmeyeceğini bilir. Hakkı hak, bâtılı bâtıl bilir… Hiç kimsenin mesleğine veya kıyafetine bakarak karar verilmez, işin kaynağına bakılır, naklettiği bilgiyi nerden aldığına bakılır. Bedenin gıdasını iyi seçtiğimiz gibi ruhun gıdasını da iyi seçmeğe mecburuz. Bedene bozuk gıda alan dünyasını yıkar, fakat ruhuna bozuk gıda alan ahiretini mahveder. Pis borudan şifa gelmez. Suyun kaynağı da, geçtiği yolu da temiz olmalıdır. Peygamber efendimize “aleyhisseletü vesselam” Ebu Bekrin “radıyallahü anh” gözü ile bakanlarla, ebu cehlin gözü ile bakanlar elbette farklıdır. Eğer insan bu zatlara, bu gözle bakarsa kör olur. Eğer mübarek bir zat diye bakarsa kalb gözü açılır. Eğer Allahü teala bir kuluna hidayet nasip etmişse, ona ehli sünnet itikadını vermişse, ona sevgili bir kulunu tanıtmışsa, o bu gözle olmaz. Bu kalp gözü ile olur. Böyleyse, kalp gözü açılmıştır. Kalp gözü, hakkı batıldan ayırmak içindir, uçmak-uçurmak için değildir, bunu iyi anlamak lazım… En zor iş hakkı batıldan ayırmaktır. Peygamber efendimizin de duası var, aleyhisselatü vesselam, “Ya rabbi bana hakkı hak, batılı batıl göster.”buyuruyor. Birgün bir mübarek zata sormuşlar, siz hocanızdan ne öğrendiniz ki hep ondan bahsediyorsunuz? O zat da, ben hocamdan kim sevilir, kim sevilmez onu öğrendim bu da bana yetti buyurmuş. Bir kişi hakka batıl diye saldırırsa, batıla hak diye sarılırsa mahvolur. Peygamber efendimiz, ümmetim yetmişüç fırkaya ayrılacak, yetmiş ikisi bozulacak ancak biri doğru yolda kalacak buyurmuşlardır. Bu yetmiş iki fırka, cehennem ateşine girecektir, itikat bozukluğu olduğu için cehenneme gidecektir. Ateş, bu pisliğin temizlenmesi içindir fakat Peygamber efendimiz ümmetim dediği için, bunlar daha sonra cennete girecektir. Kimsenin tek başına doğruyu bulması mümkün değildir… Ehli sünnet alimlerinin kitaplarından satır satır seçilmiş, onbinlerce çiçekten toplanan bal gibi olan Tam İlmihal Seadet-i Ebediyye gibi kitabları okumalıdır”…