İnsan ihsânın kulcağızıdır. Herkes kimden iyilik görürse onu sevmeğe başlar.
Mübarek bir zâtın evine hırsız girmiş. Aramış-taramış, fakat çalacak birşey bulamamış. Hırsız, birşey bulamadığı için üzüntülü bir şekilde kendi kendine söylenirken, mübarek zât, hırsızın arkasından seslenmiş; “acele etme” demiş. Hırsız şaşırmış… Mübarek zât, “Sabah komşular bana tereyağ, bal, gibi yiyecek şeyler getirirler. Onları beraber yeriz. Sonra da para getirirler, onların da hepsini sana veririm,… ama bir şartım var, sabaha kadar benim dediklerimi yapacaksın” demiş. Hırsız, ne yapacağım, demiş. Mübarek zât; “Abdest al, sabaha kadar beraber namaz kılacağız” demiş. Hırsız, ben namaz kılmasını bilmem, hiç kılmadım, demiş. Mübarek zât; “Olsun, sen benim yaptıklarımı yaparsın” demiş. Böylece sabah olmuş. Sabahleyin komşular kahvaltılık getirmişler. Mübarek zât; “söz verdim, gel bunları yiyelim” demiş ve beraber yemişler. Hırsızın karnı doymuş. Sonra yavaş yavaş bir atlı gelmiş, (atından inmeden, uzaktan) “babaaa” diye seslenmiş, bir kese altını fırlatmış ve “bu senin” demiş gitmiş. İçinden tam 250 tane altın çıkmış. Mübarek zât hırsıza; “al bunlar senin, sana söz verdim, senin olsun” demiş. Hırsız, şaşkınlıkla bakıp bakıp demiş ki; “Baba, ben hırsızım ama sen benden daha büyük hırsızsın. Hatta dünyada senden daha büyük hırsız yok. Sen benim kalbimi çaldın. Artık ben buradan gitmem. Sana burada hizmet edeceğim” demiş.