-HAYATINDAN KESİTLER-
Burgaz mağaraları:
-2-
Birkaç gün sürdü, bir mağara. Kazı yoluyla ortaya çıkdıkları belli olan çok büyük mağaralar vardı. Efendim, ucu bucağı yok… O mağaradan korktum ben tabi, oranın kumandanı, başkanı var, kurmay albay. Ona, “Bir manga asker verin” dedim. Tabi elimde kağıd var. Genelkurmay Fevzi Çakmak imzası ile. Fevzi Çakmak’ın imzasını gördü mü, ödü patlıyordu bütün subayların. Ne desem, başüstüne efendim diyorlardı. Zannediyorlar ki; Ben Ankara’ya gideceğim de, Fevzi Çakmak’a anlatacağım. Onun için bana hep başüstüne diyorlardı albaylar. Ben yüzbaşıydım. Fevzi Çakmak’a kötülemiyeyim diye herkes hürmet ediyordu bana. Halbuki hiçkimseyi kötülemezdim, şikayet etmezdim. Mağaranın içinde geniş yollar vardı, bu yollar arada bir cami gibi daha da genişliyordu. Eyüp Câmisi kadar boşluklar vardı. Dağların altında, Küçükçekmece gölü’nün şimalinde. Gittim gördüm ben. Yarasa kuşları dolu içeride efendim. Sonra düğünden dolayı işler birgün geri kaldı. Akşam üzeri oldu. Ramezandı. İftar zemânı. İftara bir saat var, Hadımköy’e tren gelecek, trenle Sirkeci’ye geleceğim, Sirkeci’den de Eyüp’e, Efendi hazretlerine. Trende rötar var demesinler mi… Gelmedi tren. Ne olacak işte, bir-iki saat sonra tren gelecek. Otobüs filan yok, hiçbir vasıta yok… O zemân İstanbul’a vâsıta bulmak çok zor idi. Ya’nî iftarı Hadımköy’de yapmak mecburiyetindeyiz. Ya Rabbi, ne yapacağım derken, bir baktım aşağıda caddede, istasyonun alt tarafında, bir taksi başında iki bey birbirleriyle konuşuyorlar. Hayırdır inşâallah dedim. Efendim, “Bey ağabeyciğim, ben bir vazifeden geldim, İstanbul’a gideceğim. Siz nereye gidiyorsunuz?” dedim. “Biz, şimdi İstanbul’a gidiyoruz ama araba arızalı, yapılır yapılmaz hemen hareket edeceğiz. Şimdi gelirsen gel” dediler. “Hazırım ben de” dedim. Hemen arabaya aldılar beni efendim. Araba çok sür’atli gidiyordu. Arabanın hızlı gitmesinden korkuyordum ama, Efendi hazretleri bekliyor, vakit de geç olduğu için hızlı gitmesini de istiyordum. Çabucak Edirnekapı’ya geldik. Para da almadılar. Beni Edirnekapı’da indirdiklerinde akşam ezânları okunuyordu. Efendi hazretleri beni iftâra çağırmış oldukları için, Edirnekapı’dan Eyyûb’deki dergâha öyle bir hızla o kadar kısa bir zemânda gitdim ki, mescidden içeri girdiğimde Efendi hazretleri nemâzı yeni kılmışlar ve sofraya oturuyorlardı. Tabi yorgun gittim, sofrada Efendi hazretleri’nin elini öptüm. Anlattım, Hadımköy’den geliyorum. Koşarak geldim, dedim.
-devamı var-