1993 senesi Ramazan-ı şerif ayındaki bir iftardan sonra,
Enver abim buyurdular ki;
Vallahi, billahi, tallahi çok şanslıyız. Yani, bunu bir anlasak var ya, ufak tefek bütün kusurlar bitecek, herkes birbirine âşık olacak. Bunu bir anlasak var ya… Biz Kuleli’deyken değil bir abinin elini öpmek, ayağını öpmek için böyle fırsat kollardık. Birbirimizin kıymetini bilelim. Çünki, çok büyük nimete kavuştuk. Allahü teâlâ idrak nasib etsin. Çok mühim abiler, çok mühim. Zira, bir nimetin kıymeti ne kadar çok bilinirse, cenab-ı Hak söz veriyor ki, arttırırım diyor. Bir nimetin kıymeti ne kadar bilinmezse, alırım ve sonra azab yaparım diyor. Azab! İnsan olmanın kıymeti, sıhhatli olmanın kıymeti, aklının kıymeti, imanının kıymeti, büyükleri tanımanın kıymeti, camide olmanın kıymeti… İnsan evine kimi çağırır, kimi davet eder? Sevdiğini ve tanıdığını. Sokaktan geçen serseriyi değil her halde. Burası Allahü teâlâ’nın evidir. Cenab-ı Hak sevdiğini bu mescide çağırıyor. Sevmediğini çağırmıyor. O da gelmiyor zaten. Bir insana cenab-ı Hak, onun evine gitmek nasib ve müyesser eyliyorsa, müthiş şanslı o, talihli bir insan. Nasib etmiyorsa, yalvarması lazım cenab-ı Hakka. Ya Rabbi! Ne kusurum var ki, beni çağırmıyorsun? Benim kulaklarımdan bu gaflet pamuğu çıkmıyor, ben göremiyorum. İşitemiyorum. Çünki, cenab-ı Hak Kur’an-ı kerimde; kulakları vardır, işitmez; gözleri vardır görmez, diyor. Niye? Kapı kilitli. İnsan bir yere girerken kapıdan girer. Kapı kilitliyse… O kapı neresi? O kapı kalpdir…
ali zeki osmanağaoğlu