Enver abim buyurdular ki;
Mesnevi’de Mevlana Celaleddin Rumi hazretlerinin bir hadisesi var. Buyuruyor ki; bir âmâ ile bir gözü açık iki arkadaş yola koyuluyorlar. İkisi de at sırtında. Biri, gözü açık, yani hak yolu bulmuş, düşmanı dostu ayırabilen, iyiyi kötüyü görebilen bir mümin, biri de âmâ. Kış mevsimiymiş. Gece vakti oluyor. Âmânın elindeki kamçı yere düşüyor. Fakat arkadaşına güvenmediği için, benim kamçımı alır saklar diye, atı durduruyor. Attan iniyor. Kamçısını el yordamıyla ararken, kadife, yumuşak tüylü bir şey buluyor, daha iyisini buldum diyor, alıyor. Ata biniyor. Bekle bekle diyor, arkadaşına yetişiyor. Arkadaşı, nerede kaldın diye soruyor. Gözü açık olan arkadaş; bana söyleseydin ben alırdım, diyor . Âmâ da, yok, sana zahmet olmasın dedim diyor ama hikâyeden. Ben kamçımı buldum diyor. Bir de bakıyorlar ki, âmânın kamçı diye yerden aldığı yılanmış. Bırak onu hemen diyor, soğuktan donmuş, birazdan çözülür, bırak onu, diyor arkadaşı. Âmâ; beni kandırmaya uğraşıyorsun, diyor. Neden? Güvenmiyor, inanmıyor, itaat etmiyor çünki. Bu üç şey, faziletten, feyizden mahrumiyettir. Güvenmemek, dinlememek. Bunlar hep başlangıç noktalarıdır. İnsan güvendiğine, itaat ettiğine muhabbet besler. Hem güvenmiyorsun, hem itaat etmiyorsun, hem de ölüyorum ben Enver abi, aşığım, diyorsun; yalan! Sevgi itaattir çünki. Yılanı bırak, hava ısınıca seni ısırır, diyor. Öbürü de, sen benim kamçıma göz diktin, başka derdin yok zaten, hep bunu almak derdin, derken, yılan gözünü bir açıyor ve adamı alnından sokuyor.
Ne oldu şimdi? Bir; noksan, noksanını bilemedi. Âmâsın bir kere, âmâlığını kabul etmen lazım. İki; Allah sana gözü açık birini arkadaş etti, ona peki demedin. Netice ne oldu? Âmâ olan Cehenneme gitti. Ne kadar Rabbimize şükretsek, ne kadar cenab-ı Allaha hamd etsek, azdır, bizim gözümüzü açtılar. Biz yılanı görebiliriz.
ali zeki osmanağaoğlu