Enver abim buyurdular ki;
İnsanın nefsi bir başkasına soru sordurmaz. Çünki, ben biliyorum der. Öyle bir din ki, kâfirin dahi kalbini kırmağa yetki yok. Ne yüce din. Nerede kaldı ki Allah diyen, Peygamber diyen, müslimanım diyen bir kimsenin kalbini kırmak, hâşâ bu caiz değil. Onun için dinimizin en yüce tarafı, kanı su ile yıkamaktır. Kanı kanla yıkamak değil. Elbetteki o kanlı olacak, ama sen de kanlı olursan o, temizlik olmaz ki, sen su olacaksın. O ne şekilde davranırsa davransın sen müslimanca davranacaksın. Ne hoş şey. Ne yaparsa yapsın.
Peygamber efendimize neler yapmadılar ki… Ne iftiralar, kapısının önüne neler dökmeler, pislikler döküyorlar, kan bulaştırıyorlar, yoluna diken döküyorlar, büyücü diyorlar, her şey diyorlardı. Peki, buna mukabil Peygamber efendimiz ne diyordu, “bilmiyorlar, bilselerdi öyle yapmazlardı”. Vay hainler siz ha, nasıl bunu söylersiniz demedi; halbuki Peygamber duâsı reddolmaz. Elini açar bedduâ edebilirdi. Vârisleri de öyle. Onların vârislerine karşı gelen de iflah olmaz, sonu felakete gider. Çok tehlikeli. Seyyid Taha Hazretleri, Seyyid Fehim Hazretlerine şöyle buyurmuş. Eğer benden istifade etmek istiyorsan, arslanın yanındaki kedi gibi olacaksın. Ne demek o, her an ölüme hazır. Öyle edepli olacaksın, öyle terbiyeli olacaksın ki benden istifade edesin. Kalbim kırılsa ben sana birşey söylemem. Sana kalbim kırıldı demem. Ama feyz yolları kapanır. Allah böyle felaketlerden bizi muhafaza eylesin. Müslümâna karşı olmak bile doğru değil. Nerede kaldı bu büyüklere kafa tutmak. Mektûbât’da, kendini Frenk kâfirinden, hatta ve hatta uyuz köpekten iyi gören Allahı tanıyamaz. Nerede kaldı bir mü’min bir başka mü’min’e karşı ve hatta bir kâfire karşı kendisini iyi görsün. Veya beğensin veya üstün görsün. Allahü teâlânın verdiği nimetlere şükredersek arttırırım diye Cenâb-ı Hak söz veriyor. Eğer Allahü teâlânın verdiği nimetlere şükretmezsek, “Elinizden alırım ve sonra da size acı azap yaparım”, buyuruyor.