Enver abim buyurdular ki;
– dünden devam –
Kışın İstanbul’a geldim. Ama ne soğuk. Haliç buz tutmuş, karşıdan karşıya geçiyorlar. Sırtımda bir bavul, benden büyük, tahtadan bavulum vardı. Bir kadıncağız beni gördü; herhalde acıdı ki araba tuttu, beni Kuleli’ye kadar götürdü. Bak şurası Kuleli dedi, gitti. Ben de gittim. Baktım merdivenler var. Çıktım adım adım. Sırtımda kocaman bavul. Bir ayağım kaydı, dosdoğru aşağıya. Elim kan oldu. Çıktım, elimi saklıyorum. Nöbetçi astsubay beni gördü. Hoşgeldin, dedi. Baktı elimi saklıyorum. Dedi, senin kolun sakat mı? Elimi gösterdim. Yavrum dedi, beni kucakladı ve de bu yüzden Kuleli bitene kadar rahat ettim.
Kuleli’ye 1952′ de Mübarekler tayin oldu. 1953’te biz geldik. Kimya dersimize Mübarekler geldi. Okul başladı, derslere giriyoruz. Sıra geldi kimya’ya. Hocamız girdi, 18 yaşında bir delikanlı gibi. Hilafsız, 18 yaşında. Sıra bana geldi, numaram 1034. “Ne güzel numaran var, İmam-ı Rabbani hazretlerini hatırlatıyor” buyurdular. İmam-ı Rabbani hazretlerinin vefat yılı imiş.
– devamı var –
ali zeki osmanağaoğlu