Huzurpınarı ailesinin muhterem üyelerinin Cum’a gününü tebrik eder, müstecâb dualarınızı istirham ederiz efendim.
Allahü tealaya emanet olunuz efendim
ali zeki osmanağaoğlu
Geçmiş zaman olur ki, hayali cihan değer….
Bâzı hatıralar vardır ki, kalblere nakşeder.
O hatıraları hatırlamak, Cennet hayatı yaşamak gibidir…
………. …
2007 senesi, Haziran ayının 4 ü…
Enver abim İhlas Holding’de Kendilerinin de namaz kıldıkları (odalarının bulunduğu kattaki) mescidde ikindi namazına, huzurpınarına hizmet eden arkadaşları davet etmişlerdi. Ayrıca kalabalık bir cemaat vardı.
O gün Enver abim buyurdu ki;
Selamün aleyküm. Ali hoş geldin. Getirdiğin arkadaşları ayağa kaldır göreyim. Bunlar Huzur Pınarı. Bunlar çok hizmet ediyorlar. Bunlar bizim dava arkadaşlarımız. Allahü teala muvvafak-ı bil hayr eylesin. Hoş geldiniz, sefa geldiniz, mübarek olsun..
En aziz, dünyanın en şerefli, en kıymetli insanı Muhammed aleyhisselamdır. Neden, çünki peygamberlik görevi onda. Peygamber efendimizin “sallallahü aleyhi ve sellem” dünyayı teşrif etmelerinin sebebi, insanlara dünya işlerini öğretmek değildi. Zifiri karanlığı aydınlığa çevirmekti. Bir insan kör ise, her tarafı siyah görür. Hazret-i peygamberin “sallallahü aleyhi ve sellem” gelme sebebi, o kör gözleri açmak ve ışığa kavuşturmaktır. Ondan sonra renkler, şekiller görülebilir. Güneşi istediğiniz kadar tarif edin, insan kör olduğu müddetçe inkar eder. Mektubat’ta buyruluyor ki; Kör görmezse güneşin suçu ne. Büyüklerin bize en büyük iyiliği, kör olan gözlerimizi açtılar. Karanlıkta insanlar birbirine çarparlar. Dolayısıyla biz birbirimize çarpmayız. Neden? Çünki ışığın altındayız. Ama o ışıktan mahrum kalırsak birbirimize çarpmaya başlarız. Sonra da kalp kırarız, sonra da şefaatten mahrum kalırız. Sonra hesap sorarlar; siz ışığa kavuştuğunuz halde, eğriyi doğruyu öğrendiğiniz halde, mayını gösterdiğimiz halde, niye çarptınız mayına derler. Haşa zulmetmez kuluna hüdası, herkesin çektiği kendi cezası. Onun için ne yaparsanız kendinize yaparsınız. İyilik yaparız kendimize yaparız, kötülük yaparız kendimize yaparız. Severiz, kendimize yaparız. Sevmeyiz, kendimize yaparız. Kızarız, kendimize yaparız. Bir mübarek zat öyle buyuruyor; Allahü tealanın size nasıl muamele etmesini istiyorsanız siz de onun kullarına öyle muamele edin. İnsanın en büyük dostu Allah, en büyük düşmanı nefsidir. İnsan dostla düşman arasında gidip gelmektedir. Biraz öyle, biraz böyle ama en sonda çizginin ne tarafında ise orasıdır. O bakımdan daima Allahü tealaya yalvarmak lazım ki; Allahümme yâ mukallib-el-kulûb, sebbit kalbî alâ dînik. Ey kalpleri iyiden kötüye, kötüden iyiye, doğudan batıya, batıdan doğuya çeviren Rabbim, benim kalbimi senin razı olduğun yerde sabit kıl. Çok önemli! Bu kalp dönektir. Ve bu kadar çok tehlikeli, çok dönek olan, insanı her an felakete götürebilecek olan bu kalbe nasıl güvenebiliriz. Çünki, fırıldak gibi dönüyor. Hani civa durmaz ya yerinde, kayar gider… İnsanın kalbi de böyledir, bulunduğu yere çabuk intibak eder. Onun için büyüklerimiz buyuruyorlar ki; Eğer kurtulmak istiyorsanız kurtulanlarla beraber olun ki kurtulabilesiniz. Takdir-i ilahi tabi.
Geçen sene bu günlerde ameliyat olmuştum. Şu anda çok iyiyim elhamdülillah. Çok riskli bir ameliyattı, nitekim doktorlar dediler ki; kararı biz veremeyiz, sen vereceksin. Eğer diyaliz dersen diyaliz, nakil dersen nakle karar vereceğiz, ama bu riskli bir şeydir. Sevenlerimiz korktu, dediler efendim diyalize başlayın. Şöyle yapın diyen var, böyle yapın diyen var. Bize düşen görev herkesi dinlemektir ama kararı kendimiz vereceğiz. Allahü teala Kur’an-ı Azimmüşşanda Cenâb-ı peygambere “sallallahü aleyhi ve sellem” buyuruyor mealen; Ey Habibim, Müşavere et ama sonra kendin karar ver ve verdiğin karadan da dönme. Hazret-i Ebu Bekr Sıddık raydıyallahü anh, Cenâb-ı peygamberin “sallallahü aleyhi ve sellem” vefatından sonra sefere çıkan ordu geri mi dönsün, devam mı etsin karar verecek. Cenâb-ı peygamber “sallallahü aleyhi ve sellem” vefatına yakın orduyu sefere gönderdi ve vefat etti. Hazret-i Ebu Bekr Sıddık “raydıyallahü anh” halife oldu. İlk görevi, buna karar vermekti. (Hazret-i Ömer “radıyallahü anh”, Hazret-i Osman “radıyallahü anh”, Hazret-i Ali “radıyallahü anh”),.. hepsine sordu. Dediler ki; Başka ordumuz yok, etraf mürted olmağa başladı, ordu geri gelsin. Hemen hemen hepsi aynı fikirdeydi ama emir Ebu Bekr Sıddık “radıyallahü anh” idi. Bakın dedi, hepinizi dinledim, hemen hemen ittifak halinde ordunun geri gelmesini istiyorsunuz. Şimdi ben sizin emirinizim. Kararımı veriyorum, ordu devam, dedi. Ne oldu? O ordu sefere gitti. Cenâb-ı peygamberin “sallallahü aleyhi ve sellem”, yola çıkardığını ben geri döndüremem, dedi. Medine-i münevvereye saldırmak için mürtedler etrafta teşkilatlar kuruyorlardı. Saldıracaklardı. Ordu sefere çıkınca, hepsinin kalbine korku düştü. Eğer başka ordular Medine-i münevverede olmasa, bu ordu sefere çıkmazdı. Demek ki bir tane sefere çıktığına göre on tanesi içeride. Biz bunlarla harp edemeyiz, dediler ve anlaşmak zorunda kaldılar. Neden? Emirin hikmetinden…
Dünyada en zor şey emir olmaktır. Birgün peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem”, bir odada sohbet ediyormuş. Odada adım atacak yer yoktu, çok doluydu. Derken, bir aşiret reisi geldi. Baktı, içerisi çok kalabalık. Kapının eşiğine oturdu. Peygamber efendimiz “sallallahü aleyhi ve sellem”, gördü ve o aşiret reisine dedi ki; Kalk, buraya gel. Mübarek hırkasını çıkardı, dörde katladı ve yere koydu. Dedi ki; Benim hırkamın üzerine otur. O aşiret reisi hırkayı aldı, üç kere öpüp başına koydu. Dedi ki; Ya Resulallah hâşâ. E’ûzü billâhi mineşşeytânirracîm. Hırkayı geri verdi. Ama Cenab-ı Peygamber “sallallahü aleyhi ve sellem”, Eshab-ı kiram’a büyük bir ders verdi. Hırkasını çıkardı, dörde katladı, buyur otur dedi. Tabi herkes dondu kaldı ve şu hadis-i şerifi irad buyurdu; Eğer insanları idare eden bir yönetici, idareci aranıza gelirse ona hürmette kusur etmeyin. Bu gerçek… Onun için, eğer insanları idare eden birisi, kim olursa olsun; ister vali olur, ister belediye başkanı olur, kim olursa olsun. Emir bu, ona hürmette kusur etmeyin.
Bir gün Musa aleyhisselam Allahü tealaya çok yalvardı, dedi ki; Ya rabbi, firavunun canını al. Allahü teala buyurdu ki; O, fakir kullarıma yardım ediyor, iyilik ediyor. Onun için canını almam. Ne zaman kesti, yani kıtlık oldu diye o fakir fukaraya yardımı kesti, geberdi gitti.
Allahü teala Kur’an-ı azimmüşşan da buyuruyor ki mealen; Allah’a, Peygambere ve içinizden olan emire itaat edin. Bu bir vaciptir. Kurban kesmek nasıl vacipse, sıla-i rahim nasıl vacipse, vitir namazı nasıl vacipse emire itaat de öyle vaciptir. Mübareklerin defalarca, defalarca dediği gibi. Enver hepimizin emiridir. Sizin değil, hepimizin ifadesini kullanmışlardır. Allahü teala Enver abiye çok yardım eylesin. Onun için mübarek Hocamız her namazda, arkalarında namaz kıldığımız zamanlarda hep Enver abiye dua ediyorlardı. Ben de Enver abiye dua ediyorum. O bir yanlış yapmasın diye. Çünki, Enver abi başarılı olursa hepimizin başarısıdır. Dua edelim Allahü teala onu muvaffak etsin. Başımızdan eksik etmesin. Ona hayırlı hizmetler nasip etsin. Allahü teala hepimize din ve dünya seadeti versin.
– devamı var –
Enver abim bizim başımızda hem abimiz, hem babamız, hem hocamız hem rehberimiz, yol göstericimiz, herşeyimizdi.
Hava gibi, ekmek, su gibi her zaman ihtiyaç duyulan bir insandı.
Hayat onunla güzeldi.
Fî emanillah.