Enver abim buyurdular ki;
Bir tekke varmış. Tekkenin de çok sâdık bir kedisi varmış. Birgün kocaman bir kazan koymuşlar, süt kaynatıyorlar. Kazan fokur fokur kaynıyor. Kedi de, bu süt kaynamasın der gibi oradan oraya zıplıyor. Allah Allah, bu kedi hasta mı diyorlar. Kedi bir oraya fırlıyor, bağırıyor, bir buraya fırlıyor, bağırıyor. Fakat derdini hiç anlayan yok. Ama çok feryat ediyor. En son bakıyor ki derdini anlayan yok, pat diye kendini kazanın içine atıyor ve orada ölüyor. Onlar da bu kedi niye böyle yaptı diyorlar ve artık leş oldu diye kazanı hemen indiriyorlar. Bir de bakıyorlar ki, içeride kocaman bir yılan gebermiş, zehrini de akıtmış. Yani, içen ölecek. Kedinin feryadı; ben bu evden ekmek yedim, ben bu evden iyilik gördüm, ben öleyim bunlar ölmesin diyeymiş. Fedakârlık varsa, vefakârlık vardır. Fedakârlık yoksa vefa yoktur. Biz Mübareklerden çok şey gördük, çok şey duyduk; ama iki tanesini ölsek unutamayız ve yapamayız. Onların biri vefa idi. Onlar bir zerre iyilik görseler, ölünceye kadar o iyiliği unutmazlar, onu hep yâd ederler ve tekrar ederlerdi. Biz çabuk unutuyoruz. Halbuki dinimizi, imanımızı, her şeyimizi onlara borçluyuz. Dolayısıyla, onların hakkını hiçbir zaman ödeyemeyiz. Hakları çok. Onlar da buyuruyorlar ki; Benim hakkımı ödemek için üç şey yapın. Okuyun, okutun, iyi geçinin. Bütün şartları da bu.
ali zeki osmanağaoğlu