Enver abim buyurdular ki;
Babam yeni ölmüş, üzülüyoruz. Okuldan kaçıyorum, tarih dersinden. 13-14 yaşındayım. Bir gün yine okuldan kaçmıştık. Dağda, tabiatta oturuyordum. Babam yine hayırlı adammış. Ölmeden evvel vasiyet olarak, üniversite bitirmemi istediğini, nüfus kağıdımın üzerine yazmış. Dağda otururken dedim ki, ben okuyacağım. Arkadaşım dedi, sen İstanbul’da Kuleli’ye git. Kuleli neresi, dedim. Askerî lise dedi. şehre gittik, Kuleli’ye telgraf çektik çocuk aklıyla. Maceraya bak. Kuleli’de imtihanlar, kayıtlar, her şey bitmiş, okul hazırlığı var. Cevap geldi: Eğer notların iyi ise seni imtihansız alacağız. Başladım not toplamaya. Gittim tarih hocasına. Bana 4 veriyor. Zayıf oldu mu Kuleli’ye almazlar. Hocam dedim, böyle böyle. Yok dedi, sen benim dersimden kaçtın. Ya babam ölmüştü, üzüntülüydüm. Yok, dinlemedi 4 verdi. Biz de notları bildirdik. Tarih 4 diye. Ve abicim cevap geldi. Seni istisna olarak okula alacağız. Şu tarihte gel. Olmaz böyle şey abim. Neyse, 1954 kış, İstanbul’a geldim. Ama ne soğuk. Haliç buz tutmuş. Karşıdan karşıya geçiyorlar. Sırtımda bir bavul, benden büyük. Bir kadıncağız beni gördü, her halde acıdı ki araba tuttu. Beni Kuleli’ye kadar götürdü. Bak şurası Kuleli dedi, gitti. Ben de gittim. Baktım merdivenler var. Çıktım adım adım. Sırtımda kocaman bavul. Bir ayağım kaydı, dosdoğru aşağıya, elim kan oldu. Çıktım, elimi saklıyorum. Nöbetçi astsubay beni gördü. Hoş geldin, dedi. baktı, elimi saklıyorum. Senin kolun sakat mı, dedi. Elimi gösterdim. Yavrum dedi, beni kucakladı. Ve de bu yüzden Kuleli bitene kadar rahat ettim.
– devamı var –
ali zeki osmanağaoğlu