Enver abim buyurdular ki;
Cenab-ı Peygamber’in “aleyhissalatü vesselam” İslamiyet’i anlatırken çektiği sıkıntıları biliyoruz. Peygamber Efendimiz; Ben bir anda Mescid-i Aksa’ya gittim, geldim buyurdukları zaman, Ümm-i Hani hazretleri o zaman henüz müslüman değil, buyurmuşlar ki, ya Muhammed, şimdi Mekke’de bunu söyleme, Kâbe’de bunu söyleme, zaten yarım imanları var, müşrikler bunları bozar, vazgeç bundan. Peygamber Efendimiz; Bugün benden şüphe eden, kırk sene sonra da şüphe eder. Bugün imanı zayıf olan, kırk sene sonra da imanı zayıftır. Ben bu İslamiyet’i sağlam tuğlalarla kuracağım. Bana tam ya inanmıştır, ya inanmamıştır. İnanmışsa, onunla yürürüm yola, inanmamışsa yarın gideceğine bugün gitsin, buyurdular. Nitekim, çok büyük zatların yanında, zamanla çok bozuk insanlar çıkarlar. Onlar sonradan değil, baştan bozuk zaten. Geldiler Ebu Bekr-i Sıddıka “radıyallahü anh”, Efendin diyor ki, böyle böyle gittim geldim, bir anda, ne diyorsun dediler. Kim söylüyor diyor? Seninki, diyorlar, “aleyhissalatü vesselam”. O söylüyorsa vallahi doğru söylüyor. O, doğru söyler, asla yalan söylemez, kat’iyen. Ben ona tam iman ettim, diyor. Bunu da büyülemiş en sonunda, dediler. İşte iman bu! Ne diyor Mevlana Celaleddin-i Rumi hazretleri, hocama kavuştum, aklımı bıraktım ve kurtuldum. Akıl diyor ki, baklava acı. Safrası bozuk çünki… Ama hocası diyor ki, hayır bu baklava tatlı. Sözüne mi, baklavaya mı? Elbette sözüne. İşte iman budur. İşte cenab-ı Hak, bu şekilde inanmayı iman kabul etmiştir. Kalbi bozuk da olsa, kalbi büyükler gibi olmasa da, sadece bu inancı sebebiyle Allahü teala onu mümin kabul etmiştir. Yolumuzun aslı bu… Madem ki, O buyurdu, doğru buyurdu…
ali zeki osmanağaoğlu