Enver abim buyurdular ki;
Bakın size bir şey anlatacağım, can kulağı ile dinleyin. Bir balıkçı varmış. İşi gücü balık tutmak, başka bir şey yok. Bir kayığa biniyor, açılıyor, oltasını atıyor. Biraz sonra oltasına ağır bir şey takılıyor. Oltayı çekiyor, bir bakıyor kocaman bir kuru kafa. Kuru kafaya bakıyor, bakıyor ve başlıyor kendi kendine söylenmeye. Ey kuru kafa, belki sen çok zengindin, ama bak ne hale geldin. Ey kurukafa, belki sen çok fakir birisiydin, bak ne hale geldin. Ey kuru kafa, belki sen padişahtın, hizmetçiydin, hastaydın, akşama kadar sayıyor; bak ne hale geldin. Peki ben ne olacağım? Ben de senin gibi olacağım. Tevbe istigfâr ediyor. Kurukafayı atıyor suya, kayığı oltayı bırakıp doğru ilim tahsiline koşuyor, ilerliyor ve İbn-i Semmak “rahmetullahi aleyh” oluyor, İmâm-ı Ali Rıza “rahmetullahi aleyh” ile sohbet ediyor, asrının evliyası oluyor. Ma’rûf-u Kerhî “rahmetullahi aleyh”, Firuz isminde bir hıristiyan çocuğu iken, onun müslüman olmasına sebep oluyor ve onu irşâd ediyor. Bir gün Harun Reşid “rahmetullahi aleyh” kendisini görmek ve nasihat almak istemiş. Harun Reşid’e şöyle demiş: Kendini mahşer yerinde cenâb-ı Hakkın huzûrunda hesap veriyor olarak kabul et. Cenâb-ı Hakkın şu anda vereceği karar; ya Cennet ya da Cehennem. Kararı Allahü teâlâ verir… Bu mübârek zât balıkçı olarak hayatına devam etseydi ne olurdu? Unutulurdu. Halbuki biz bakın, kendisinden rahmetle bahsediyoruz.