Enver abiler buyurdular ki;
Mübârekler bir gün bir menkıbe anlatmışlardı. Kanarya adalarında mübârek bir zât varmış. Pencerenin önünde otururken şakır şakır yağmur yağıyor. Ellerini açıp, yâ Rabbi, bu deryaya bu kadar su yağıyor ve zayi oluyor. Bu yağmurlar çöllere yağsa, oradaki kulların istifade etse, onlar orada susuzluktan kırılıyor, diye kalbinden geçiyor. Bunu der demez, vilayet makamları elinden alınıyor. Tabii hemen bu durumun farkına varıyor, aklı başına geliyor. Hemen o zaman hayatta olan Abdülhâlık-ı Goncdevânî hazretlerine sığınıyor. Abdülhâlık-ı Goncdevânî hazretleri de o esnada talebeleriyle oturmuş sohbet etmekteymiş. Talebeler anlatıyor. Bir ara hocaları susuyor ve bu arada bir hışırtılar oluyor, perde hafif oynuyor. Hocaları tekrar sohbete başlayınca, o zaman talebeleri durumu sual ediyorlar. Hocaları, o mübârek zâtın Allahü teâlânın işine karışmasıyla vilayet makamlarını kaybettiğini, hemen bize sığınınca cenâb-ı Hakkın duamızı kabul etmesiyle vilayet makamlarına tekrar kavuştuğunu tebessüm ederek izah buyuruyorlar. Mübârekler bunu anlatınca, efendim bunda inanılmayacak, şaşıracak ne var? Şimdi telefonla Amerika ile konuşsak bu mümkün oluyor da, niçin mübârek bir zât bir mübârek zâtla irtibat kurunca bu mümkün olmasın? Tabii bunun gerçekleşmesi için bir kaç şart vardır. Birincisi, bu zâtın mübârek olduğuna inanmak lâzım; ikincisi, mutlaka onu sevmek lâzım; üçüncüsü de, bu kerametin olabileceğine inanmak lâzımdır. İnsan ne kadar sadakatle inanırsa, o kadar istifade eder.