Enver abiler buyurdular ki;
Birgün, meczup fakat çok büyük evliya olan Behlül Dânâ “rahmetullahi aleyh” hazretleri, bir vesileyle yolunu bulmuş, halife Harun Reşid’in tahtına oturmuş. Elbisesi yırtık, ayakları çıplakmış. Tahtta keyfine bakarken, korumalar görmüşler, yaka paça yakalayıp, halifeye karşı böyle bir saygısızlığı nasıl yaparsın diye, ölesiye dövmüşler. O da, her tarafı şişmiş, oturmuş bir köşede, garip garip ağlamaya başlamış. Derken, Harun Reşid saraya gelmiş, bir ağlama sesi duymuş. Yanına gitmiş, Behlül, bu ne hal, demiş. Korumalar, efendim çok büyük saygısızlık yaptı, tahtınıza oturdu. Biz de cezasını verdik, demişler. Harun Reşid, korumalara kızmış, toprakla yaralarını silmiş, hakkını helal et, bir daha olmaz, ağlama, demiş. Behlül Dânâ hazretleri de, ben buna ağlamıyorum. Ben senin haline ağlıyorum. Ben beş dakika oturdum, bak ne hale geldim. Ya senin halin ne olacak, demiş. Harun Reşid, beni perişan ettin. Peki, bundan kurtuluş çaresi yok mu, deyince, üç şartı var; fakat bu üç şart, sana mahsus değil. İki kişiyi dahi idare eden kim varsa, herkese ait, demiş. Birincisi, kıl kadar adaletten ayrılmayacaksın. Kayırma yok! Akraba, dost, kat’iyyen ayırım yapmayacaksın. Mübarekler ‘kuddise sirruh’ buyurdular ki; Kardeşim, adalet, çobanla sultanın, aynı haklara haiz olmasıdır. Çobana farklı, sultana farklı muamele oldu mu, orada adalet olmaz. İkincisi, her ne olursa olsun, ister facir, ister kafir, ister evliya olsun, hiç kimsenin kalbini kırmayacaksın. Kalp kırmak, yönetici için bir felakettir. Mektubatta, carullahtır, buyuruluyor. Carullah demek, Allaha en yakın komşu, demektir. Üçüncüsü, sana uzanan eli boş çeviremezsin, cömert olacaksın. Peygamberimizden ‘aleyhissalatü vesselam’ biri bir şey istedi, O da hemen çıkardı, verdi. Hazret-i Ömer ‘radıyallahü anh’ da oradaydı. Peygamberimiz ‘sallallahü aleyhi ve sellem’ bu benim verdiğim, alan için ateş olsun, buyurdu. Hazret-i Ömer, neden, dedi. Hiçbir ihtiyacı yoktu. Hazret-i Ömer “radıyallahü anh”, ama ya Resulallah, verdiniz deyince, ben hayır demem. Ama alan için ateş, buyurdu. Vermekten vazgeçmemeli, elden gelen imkan neyse, yerine getirmelidir. Verecek hiçbir şey bulamıyorsa, hiç olmazsa ekmek vermelidir. Benim başımdan geçti. Verecek hiçbir şeyim yoktu, üç dilim ekmek sardım, verdim. Huy bozulmasın diye!