Enver abiler buyurdular ki;
Birini tanıyorum, Faruk abi bilir, belki otuz senedir sırt üstü yatalak. Yani, yan yatamaz. Ya Rabbi, hep aklıma o adam geliyor. Çok hareketli bir adam olduğum için, bazen böyle duramam. Bir ömür sırt üstü yatarak nasıl geçer? Gittim, bilhassa evinde gördüm. Hareketli, kaldırılabilir, hastane yatağı yaptık. Bir ihtiyacınız olursa, telefon edin, yardım ederiz, dedik. Ben de olabilirim, sen de olabilirsin. Allah korusun, yarın öbür gün bir felç gelir. O halde, Allahü tealanın verdiği iki nimetin kıymetini çok bilelim. Birincisi, iman nimeti, düşmanı çoktur. İkincisi, sıhhattir. Çünki biz ayarlayamayız. Gözümüz şu anda güzel görüyor. Ama bu yaşta çok görmeyenler var. Sabahleyin kalkmış, göz gitmiş. Aklımız başımızda. Yarın sabah kalktığımızda, aklımız başımızda olmayabilir. Nitekim, bu yaşta Bakırköy’de çok insanlar var. Ne yaptığını bilmiyor. Peki, sen nesin o zaman? Aklına hakim değilsin. İç organlarını bilmezsin bile. Sonra o dayılık, efelik ne? Kime karşı? Mü’min, mahcuptur. Mü’min, Allahü tealanın nimetleri karşısında, ezilen insandır. Ya Rabbi, bu kadar nimet verdin, sana layık olamadım diye, içini kemirir.