Peygamber efendimizin “sallallahü aleyhi ve sellem”, yanına kolay yaklaşılırmış, herkes her derdini rahatça söyleyebilirmiş. Hatta, “Sıkılma! Ben melik değilim, zâlim değilim. Kurumuş et yiyen bir kadıncağızın oğluyum” buyururlarmış ki, yanına gelenler sıkılmadan derdini söyleyebilirmiş.
Enver abilerin yaşayışı, halleri bu hadîs-i şerife de uygundu. Herkes yanına rahat girerdi ve rahatca konuşurdu. Camide saflarda sınıf farkı olmadığı gibi, Enver abilerin kalbinde de Müslümanlar arasında sınıf farkı yoktu. “Lâ ilâhe illallah Muhammeden Resulullah diyorsa, başımızın üstünde yeri vardır. Gözünün üstünde kaşın var diyemeyiz.” buyururlardı. Yaşlı ile yaşlı olur, çocuk ile çocuk olurdu. Herkesin frekansına göre konuşur, herkesin seviyesine inebilirdi. Herkesin anlayacağı şekilde konuşurdu. Herkesin derdine çare arar, herkesi rahatlatırdı. Kendinden hiç bahsettirmez, hallerini her zaman gizlerdi. Hocamızın en çok sevdiği ve tek vekili olduğu halde, kendisini bizim başımızda sadece bir abimiz olarak gösterirdi. Halbuki O bizim hem babamız, hem hocamız, hem rehberimiz, yol göstericimiz, hem dert ortağımızdı. Herkes, ne derdi, sıkıntısı varsa, hiç çekinmeden sadece Ona anlatırlardı, çünki sadece çarenin oradan bulunacağını bilirlerdi. Hiç kimseyi aşağı görmez, küçük çocuklara da dava arkadaşım derlerdi. Dünyaya hiç kıymet vermezdi. İnsanlar ahiretde yanmasın derdinde idi. “Kediyi bile gözünüzün önünde ateşe atsalar dayanamazsınız, insanların yanmasına nasıl dayanılır” buyurmuşlardı. Hiç kimse Cehenneme gitmesin diye uğraşırlardı. Talebelerini de bu düşünce ile bu zihniyetde yetiştirirlerdi. Talebelerinin kendi aralarında toplanmalarını, bir araya gelip dinden bahsetmelerini, kitap okumalarını tenbihlerler, bunun ehemmiyetine dikkat çekerlerdi.
15-20 kişi bile olsa eğer kendi aralarında toplanıp kitap okuyorlarsa, zaman zaman onları kendi sohbetlerine de davet ederlerdi. 1985 senesinde diş tedavileri için bizim muayenehaneyi teşriflerinde, hastalarınla burada akşamları toplanıp sohbet edin, buyurmuşlardı. Enver abilerin bu sözünün bereketi ile pek çok kişinin o senelerde hidayetine vesile olundu.
Arada bir telefonla veya davet ederek, sorarlardı, takip ederlerdi. Kimler geliyor, neler anlatıyorsun, şunları da anlat buyururlar, yakından ilgilenirlerdi. Şunu şunu bana getir göreyim dedikleri de olurdu. Söyledikleri abileri Cağaloğlu’nda gazeteye götürürdüm. Bazan telefon edip, akşama şu saatte bizim kapıya gel, buyururlar, kapıda gene bu konularda bazı şeyler sorarlar, gelenlerin hallerinden anlattırırlardı. Kapıya bizi çağırmaları, her defasında bizim toplanacağımız günlere denk gelirdi,… tesadüf mü bilemem, burayı herkesin kendi anlayışına bırakıyorum… Sonra bir avuç dolusu çikolata veya şeker verirler, bu akşam gelenlere verirsin buyururlardı. Dağıttığımda, ne bir tane noksan, ne de bir tane fazla… kaç kişi varsa sayı o kadar olurdu. Bu hal defalarca, belki 10 larca defa ve 2-3 sene devam etti, her defa gelen arkadaşlar farklı sayıda olduğu halde, her defasında şekerler gelen sayı kadardı..
Arada bir de, şu kadar kişi Sarıyer’e getir, bir de ben sohbet edeyim onlarla buyururlardı. Tabii böyle özel günler bize bayram olurdu. Böyle topluca gidilmesi senede bir veya iki defa tekrarlanırdı. Hatta vefatlarına kadar da, bu şekilde zaman zaman abilerin kitap okuma veya kitap hizmetleri grublarını bazan Holding’de, bazan Güzelşehir’deki evlerinde kabul ettiler. Böyle günlerdeki sohbetlerden bazı bölümleri, zaten haftanın diğer günlerinde anlatmağa çalışıyoruz.
Fî emanillah