Enver abiler buyurdular ki;
Nasıl bir hamd kelimesi bilsek de, cenâb-ı Hakka çok şükretsek… Şu anda berbat, pis yerlerde değil de, kendisinin razı olduğu kullarının arasında bir ve beraber eyledi. Hem kendisine inandırdı, hem sevdiklerini tanıttı, hem sevdiği yolu bildirdi. Ve bu yolun neticesinin Cennet olduğunu da bildirdi. Allahü teâlâ bizi Cennete giden yolda, otobüste ve vasıtada bir araya getirdi. Nasıl şükredeceğimizi bilemiyoruz. Öbür tarafdaki o melanet yuvalarındaki insânları ise, Cehenneme giden vasıtada bir araya getirdi. Fakat onların hiçbirşeyden haberi yok. Çünki Kur’an-ı kerim’de Allahü teâlâ buyuruyor ki; onların gözleri vardır, görmezler, kulakları vardır, duymazlar. Ezanı işitir fakat duymaz, Kur’an-ı kerimi, bakar görmez. Afrika’dan, Amerika’dan nice insanlar, biraz Mübâreklerin yüzünü görmek için çırpınırken, karşımızdaki komşunun haberi yok. Gözü var, görmüyor. Öbür tarafdan Afrikalı yanıyor, tutuşuyor. Mübarekler; Efendim, Bilal-i Habeşi hazretleri Habeşistan’dan gelmiş, Selman-ı Farisi diyar-ı rumdan gelmiş, aşık olmuş, yanmış tutuşmuş, öbür tarafdan amcasının haberi yok, bilakis de düşman. Bu bir nasip meselesidir, buyurdular. Peygamber Efendimizin mübarek yüzünü gören, mübarek kelâmını işitenler mahrum, öbür tarafdan, diğer memleketlerden gelenler âşık. Mübârekler de öyle. Dünyânın öbür tarafından geliyorlar, mektup gönderiyorlar, biz size âşıkız diyorlar. İşte seâdetin alâmeti… Eğer Allahü teâlâ, bir kuluna hayır murâd ederse, onun kalbine sevdiği kullarının sevgisinin verir. Bir insanın Ehl-i Sünnet mi, Ehl-i felaket mi olduğu, buradan belli olur. Eğer kalbinde büyüklere karşı sevgi varsa, bilhassa Allah adamlarının muhabbeti varsa, bu bir seâdet alâmetidir. Eğer, kalbinde bu kişilere karşı sevgi yoksa, tanımıyorsa, bu bir felakettir. Ya düşmansa!… kurtulması imkânsızdır. Çünki, bu Büyükleri inkar eden, her şeyden mahrumdur. Bu Büyükleri tasdik eden, tasvip eden, değil kendisine, yedi sülalesine fâidesi olur. Yol ayırımındayız. Allahımıza hamdolsun ki, Ehl-i Seâdetiz.