Enver abiler buyurdular ki;
Hocamız; mûris vârisini bırakmaz, buyurdular. Peygamberimiz “aleyhissalâtü vesselâm” hepimize inşâallah şefâ’at edecek. Çok iyi. Hocamız bir gün, Işık kitâbevine geldiler. Dahası var, karlı, fırtınalı kış gününde sabâhleyin kahvaltı yaptık. Efendim, giyinin kitâbevine gideceğiz, buyurdular. Günlerden pazar, ortalık kar, bembeyaz, hayırdır inşâallah dedim. Hizmetlere kim geliyor ona bakacağım, mücâhid abileri göreceğim buyurdular. Peki efendim. Kalbim küt küt atıyor, ya kapalıysa? Kitâbevine gitdik, kapı açık elhamdülillah. İçerde bir arkadaşımız temizlik yapıyor. Bir tanesi de yarın için paketleri tanzîm ediyor. Geldiler, bir gördüler, ama ne sevindiler. Aferin, birisi gelip de kapıdan dönmesin efendim. Ve epeyi bir müddet kaldılar. Bu dükkân her zemân açık kalacak, buyurdular. Netice, onların rızâsı üç yerde. Birincisi, kitâbları okumak; ikincisi onları dağıtmak ve okutmak; üçüncüsü de kitâbevine uğramak. Onların kalbi orada. Mübârekler buyurdular ki; Benim ile çok görüşmek isteyenler var. Onlara söyleyin kardeşim, beni arayan kitâblarımın satırları arasında bulsun. Bir gün kitâbevine geldiler. Buyurdular ki; Birgün Efendi hazretlerinin yanına gitdim. Baktım çok üzgün, çok çok üzüntülü. Mübârek buyurmuş ki; Beni dinleyen kazanır. Ama dinleyen yok. Ben perişân oldum, eyvâh biz de o sınıftanız diye. Sonra bana döndüler, sen laf dinlersin, buyurdular. Kardeşim, eğer bu kitâblar yazılmışsa, evvela ben kurtulmuşsam, eğer siz kurtulduysanız, eğer bu kitâblar dağılıyorsa eğer bu arkadaşlarımız varsa, hep Efendi hazretlerinin; sen laf dinlersin buyurmalarının netîcesidir. Ya laf dinlemiyenlerden olsaydım?