Enver abiler buyurdular ki;
Mübarek Hocamız birgün 6.cüzü okuyorlardı, Sûre-i Mâide. Orada öyle anlattılar, buyurdular ki; Efendim, Allahü teâlâ Adem aleyhisselam’a emir verdi; Hâbil ve Kâbil birer kurban kessinler, diye. Hâbil kesti, Allahü teâlâ kabul etti, Kâbil kesti, kabul etmedi. O da feryat etti, neden benim kurbanım kabul olmadı diye. Yine Allahü teâlâ Kur’an-ı kerim’de bildiriyor efendim, Allah ‘celle celalühü’, Allah rızası için yapılan hizmetleri ve ibadetleri kabul eder. Hâbil Allah için kesti; Kabil’in ise aklına bile gelmedi. Niye kabul etsin cenâb-ı Hak? İnsan , ediye verdiği, vereceği kişiyi tanır, bilir, ona verir. Bu, nereye gittiği belli değil. Onun için kabul değil, makbul değil. O halde ibadetin asıl makbulü; Rabbimizin rızası için yapılandır. Ama insanları memnun etmek, insanları sevindirmek, Allahü teâlâyı unutarak insanların gönlünü almak için yapılanların hiç birisinin faydası yok. Hiç… Onun için arkadaşlar, hazır fırsat; Allahü teâlâ bu imanı nasip etmiş, müstesna bir nimet. Allahü teâlâ bu hizmeti nasip etmiş, müstesna bir nimet. Allahü teâlâ Enver Abi’yi ihsan etmiş, daha ne istiyorsun… Müstesna bir nimet, güler yüzlü bir adam hiç olmazsa. Daha ne istiyorsun? Mübareklere kavuşmuşuz, Allah onların şefaatlerine nail eylesin inşaallah. Âmin. İşte bütün bu nimetlerin şükrü; ancak ve yalnız birbirimize olan sevgimiz ile mümkündür.