-HAYATINDAN KESİTLER-
Hüseyin Hilmi Işık efendi’nin “rahmetullahi teala aleyh”, sohbetlerinden bazı bölümler:
-32-
İbadetlerin makbûl olması için bazı şartlar vardır. Bu şartlar bulunmazsa, o ibâdet makbûl olmaz. İbadetlerin sıhhatli olması için üç şart vardır. Birincisi ilmdir. İslâm ilmleri ikidir. Dîn bilgileri ve fen bilgileri. Fen bilgilerinin, herkesin kendine lâzım olanlarını bilmesi lâzımdır. Meselâ hastanın kullanacağı ilacını, nasıl kullanacağını, doktordan öğrenmesi farzdır. Öğrenmezse zehirlenir. Bilerek yapmazsa o ibâdet sıhhatli olmaz. İkinci şart, bu ilme muvâfık ameldir. Üçüncü şart da ihlâsdır. Bir ibâdet farzsa onu öğrenmek de farzdır. Sünnetse öğrenmek de sünnetdir. Farzları, harâmları öğrenmek de farzdır, sünnetleri öğrenmek sünnetdir. Hem kendi öğrenecek, hem de çoluk çocuğuna, sübyana, sabilere öğretecek. Allahü teâlânın emrlerine sarılacak, nehylerinden sakınacak. Biri sarılmak, biri sakınmak. Emrler ve yasaklar, ya’nî farzlar ve harâmlar. Bir de serbest kalanlar var. Bunlar da mübâhlardır. Mübâhlar ne harâmdır, ne farzdır. İyi niyetle yapılırsa çok sevâbdır. “Hepiniz bir sürünün çobanı gibisiniz” hadîs-i şerîfdir. Herkes çobandır. Emri altındakilerden mes’uldür. Öğretmen talebeden, işyeri sâhibi işçilerden mes’uldür. Üçüncü şart ihlâsdır dedik. İhlâssız yapılan ibâdet makbûl değildir. Nemâz insanı kötülüklerden korur, ama ihlâsla olursa korur. Allahü teâlâ ihlâsı emr ediyor. Kehf sûresinin son âyet-i kerîmesi ihlâsı emrediyor. Allahü teâlânın rızasına kavuşmayı istiyorsanız, her şeyi yalnız Allah rızası için yapın buyuruluyor. Allahü teâlânın rızası istenince neye kavuşulur? Cennete. Cennete kavuşmak isteyen Allahü teâlânın rızasına dikkat edecek, ya’nî ihlâslı olacak. Allahü teâlâ bu âyet-i kerîmede ihlâsı emr ediyor. Cahiller ibâdeti spor için, gösteriş için yapar. İhlâssız amel insanı kurtarmaz, ancak ihlâsla yapılanlar kurtarır. İhlâssız olursa, yalnız borcu ödenir. Hiçbir şeye kavuşamaz. Sevâb kazanmak için ihlâs şartdır. İhlâsla ibâdet yapılırsa, Allahü teâlâ cenneti va’d ediyor. İhlâs elde etmek için İslâm âlimlerinin hayatlarını, sözlerini okumak çok fâidelidir. Efendi hazretleri bir üniversiteliye cevabda, “Evliyânın sözünde Rabbânî te’sir vardır.” buyuruyor. Efendi hazretleri bana Reşahatı okuturdu. Bazen yanlış okurdum, düzeltirdi, gülerdi. Çok merhametliydi. Sabırla bana öğretirdi. İbadetini ihlâssız yapan birgün sapıtabilir. İmâm-ı Rabbânî hazretleri İbnissakkayı misal veriyor. İbnissakka, Abdülkâdir-i Geylânî hazretlerinin talebelik arkadaşıymış. O kadar büyük âlim, sonra İstanbul’a gelmiş sefîr olarak, kötü arkadaşlara uymuş irtidât etmiş, dînden çıkmış. Demek ki, ihlâsı yokmuş. Bel’am-ı Baura da öyle, her duası kabûl olurmuş. Nefsine uymuş îmânsız gitmiş. Peki kötü kişilere Allah râzı olsun demiyecek miyiz? Efendi hazretleri, diyeceğiz buyurdu. Allah râzı olsun demek, Allah senin bu halinden râzı olsun demek değildir. Allah seni râzı olduğu hale soksun ma’nâsına niyyet edeceğiz. İhlâs elde etmek de Allahü teâlânın dostlarından feyz almakla olur. Eshâb-ı kirâm Peygamber efendimizden feyz aldılar, hepsi ihlâslı oldu. Onlar da kendi talebelerine feyz verdiler. Onların talebeleri de kendilerinden sonrakilere feyz verdiler. Feyz akmak demekdir. O da, kalbden kalbe olur. Hiç anlaşılmadan feyz akar. Nasıl ki güneş havadan akar, elektrik telden akar, birbirine hiç benzemez; Feyz akışı da onlara benzemez. İnsan bunu fark edemeyebilir. Büyüklerin feyzine, akıntısına kavuşabilmenin de şartları var. Bağlı olduğu rehberinden feyz geldiğine inanacak ve sevecek. Feyzin nasıl geldiğini bilmese de inanacak ve rehberini çok sevecek. Bu şartlar varsa, sohbet de varsa, birgün feyz gelmeğe başlar. Feyz nasıl geçer? Sohbetde. Feyzin kaynağı kalblerdir. Sohbet konuşmak değil beraber olmakdır.
-32-
İbadetlerin makbûl olması için bazı şartlar vardır. Bu şartlar bulunmazsa, o ibâdet makbûl olmaz. İbadetlerin sıhhatli olması için üç şart vardır. Birincisi ilmdir. İslâm ilmleri ikidir. Dîn bilgileri ve fen bilgileri. Fen bilgilerinin, herkesin kendine lâzım olanlarını bilmesi lâzımdır. Meselâ hastanın kullanacağı ilacını, nasıl kullanacağını, doktordan öğrenmesi farzdır. Öğrenmezse zehirlenir. Bilerek yapmazsa o ibâdet sıhhatli olmaz. İkinci şart, bu ilme muvâfık ameldir. Üçüncü şart da ihlâsdır. Bir ibâdet farzsa onu öğrenmek de farzdır. Sünnetse öğrenmek de sünnetdir. Farzları, harâmları öğrenmek de farzdır, sünnetleri öğrenmek sünnetdir. Hem kendi öğrenecek, hem de çoluk çocuğuna, sübyana, sabilere öğretecek. Allahü teâlânın emrlerine sarılacak, nehylerinden sakınacak. Biri sarılmak, biri sakınmak. Emrler ve yasaklar, ya’nî farzlar ve harâmlar. Bir de serbest kalanlar var. Bunlar da mübâhlardır. Mübâhlar ne harâmdır, ne farzdır. İyi niyetle yapılırsa çok sevâbdır. “Hepiniz bir sürünün çobanı gibisiniz” hadîs-i şerîfdir. Herkes çobandır. Emri altındakilerden mes’uldür. Öğretmen talebeden, işyeri sâhibi işçilerden mes’uldür. Üçüncü şart ihlâsdır dedik. İhlâssız yapılan ibâdet makbûl değildir. Nemâz insanı kötülüklerden korur, ama ihlâsla olursa korur. Allahü teâlâ ihlâsı emr ediyor. Kehf sûresinin son âyet-i kerîmesi ihlâsı emrediyor. Allahü teâlânın rızasına kavuşmayı istiyorsanız, her şeyi yalnız Allah rızası için yapın buyuruluyor. Allahü teâlânın rızası istenince neye kavuşulur? Cennete. Cennete kavuşmak isteyen Allahü teâlânın rızasına dikkat edecek, ya’nî ihlâslı olacak. Allahü teâlâ bu âyet-i kerîmede ihlâsı emr ediyor. Cahiller ibâdeti spor için, gösteriş için yapar. İhlâssız amel insanı kurtarmaz, ancak ihlâsla yapılanlar kurtarır. İhlâssız olursa, yalnız borcu ödenir. Hiçbir şeye kavuşamaz. Sevâb kazanmak için ihlâs şartdır. İhlâsla ibâdet yapılırsa, Allahü teâlâ cenneti va’d ediyor. İhlâs elde etmek için İslâm âlimlerinin hayatlarını, sözlerini okumak çok fâidelidir. Efendi hazretleri bir üniversiteliye cevabda, “Evliyânın sözünde Rabbânî te’sir vardır.” buyuruyor. Efendi hazretleri bana Reşahatı okuturdu. Bazen yanlış okurdum, düzeltirdi, gülerdi. Çok merhametliydi. Sabırla bana öğretirdi. İbadetini ihlâssız yapan birgün sapıtabilir. İmâm-ı Rabbânî hazretleri İbnissakkayı misal veriyor. İbnissakka, Abdülkâdir-i Geylânî hazretlerinin talebelik arkadaşıymış. O kadar büyük âlim, sonra İstanbul’a gelmiş sefîr olarak, kötü arkadaşlara uymuş irtidât etmiş, dînden çıkmış. Demek ki, ihlâsı yokmuş. Bel’am-ı Baura da öyle, her duası kabûl olurmuş. Nefsine uymuş îmânsız gitmiş. Peki kötü kişilere Allah râzı olsun demiyecek miyiz? Efendi hazretleri, diyeceğiz buyurdu. Allah râzı olsun demek, Allah senin bu halinden râzı olsun demek değildir. Allah seni râzı olduğu hale soksun ma’nâsına niyyet edeceğiz. İhlâs elde etmek de Allahü teâlânın dostlarından feyz almakla olur. Eshâb-ı kirâm Peygamber efendimizden feyz aldılar, hepsi ihlâslı oldu. Onlar da kendi talebelerine feyz verdiler. Onların talebeleri de kendilerinden sonrakilere feyz verdiler. Feyz akmak demekdir. O da, kalbden kalbe olur. Hiç anlaşılmadan feyz akar. Nasıl ki güneş havadan akar, elektrik telden akar, birbirine hiç benzemez; Feyz akışı da onlara benzemez. İnsan bunu fark edemeyebilir. Büyüklerin feyzine, akıntısına kavuşabilmenin de şartları var. Bağlı olduğu rehberinden feyz geldiğine inanacak ve sevecek. Feyzin nasıl geldiğini bilmese de inanacak ve rehberini çok sevecek. Bu şartlar varsa, sohbet de varsa, birgün feyz gelmeğe başlar. Feyz nasıl geçer? Sohbetde. Feyzin kaynağı kalblerdir. Sohbet konuşmak değil beraber olmakdır.
-devamı var-