Şeyh Abdülhakîm Efendi “kuddise sirruh” 1907’deki haccı sırasında büyük evliyâ Şeyh Ziyâ Mâsum’un “rahmetullahi aleyh” yüksek iltifatlarına mazhar oldular. Birlikte vedâ tavâfını yaparlarken Şeyh Ziyâ Masum hazretleri kendisine: “Mürşidin Seyyid Fehîm hazretleri tarafından Nakşibendî, Kâdirî, Sühreverdî, Kübrevî, Çeştî tarîkatlerinden memur ve mezun olduğun gibi ilâveten sana Üveysîlik yüksek yolundan da icâzet verdim.” buyurdular.
Seyyid Abdülhakîm Arvâsî hazretleri daha sonra Gümüşsuyu Tepesindeki Kaşgari Dergâhının şeyhliği, imâmlığı ve vâizliği ile vazîfelendirildi. Bu arada 5 Ağustos 1919’da Sultan Vahideddîn Han tarafından Süleymâniye Medresesine tasavvuf müderrisi (ordinaryüs profesörü) olarak da tâyin edildi. Böylece hem çeşitli câmilerde vâz ederek ve hem de üniversitede hoca olarak İslâmiyeti yaymaya başladı.
Seyyid Abdülhakîm Efendi din bilgilerinde ve tasavvufun ince bilgilerinde çok derin idi. Üniversite mensupları, fen ve devlet adamları, çözülemez sandıkları güç bilgileri sormaya gelir, sohbetinde, dersinde bir saat kadar oturunca, cevâbını alır, sormaya lüzum kalmadan, o bilgi ile doymuş olarak geri dönerdi.Teveccühünü, sevgisini kazananlar, sayısız kerâmetler görürdü. Çok mütevâzı, pek alçak gönüllü idi. Ben dediği hiç işitilmemişti. İslâm âlimlerinin adı geçtiği zaman:
“Bizler o büyüklerin yanında hazır olsak sorulmayız, gâib olsak aranmayız.” ve;
“Bizler o büyüklerin yazılarını anlayamayız. Ancak bereketlenmek için okuruz.” buyururdu. Halbuki kendisi bu bilgilerin mütehassısı idi.
-devamı var-