Sôfiyye-i aliyyenin büyüklerindendir. İslâm bilgilerinin mütehassıslarındandır. Hayâtı, (Mecd-i tâlid) ve (Şems-üş-şümûs)da ve hesâb, hendese ve heyet ilmlerinde ve (Rub-ı-dâire) üzerinde mâhir olduğu (El-Hadâik-ul-verdiyye)de yazılıdır. Yüzlerce büyük âlim yetişdirdi. Bağdâdın şimâlinde Zûr şehrinde 1192 de tevellüd ve Şâmda 1242 [m. 1826] de vefât etdi. Üçüncü halîfe Osmân “radıyallahü anh” soyundan olduğu vesîkalarla sâbitdir. 1224 [m. 1809] de Bağdâddan hareket ederek, bir senede Dehlîye geldi. Abdüllah-ı Dehlevîden dokuz ay feyz aldı, 1226 da Bağdâda avdet etdi. (İkdül-cevherî) kitâbında irâde-i cüz’iyyeyi uzun yazmakdadır.(İ’tikâdnâme) kitâbı, fârisî olarak, hadîs-i Cibrîlin şerhidir. Arabî tercemesi, (El-îmân vel-islâm) ismi ile 1981 de İstanbulda basılmışdır. Türkçe tercemesi ve arabî(Câliyet-ül-ekdâr) düâ kitâbı Hakîkat Kitâbevi tarafından basdırılmışdır. Fârisî dîvânı çok kıymetlidir.
Evliyânın en büyüklerinden. İnsanlara doğru yolu göstererek, hakîkî saadete kavuşturan ve kendilerine “Silsile-i aliyye” ismi verilen âlimler ve velîler zincirinin yirmidokuzuncusudur. Asrının müceddidi idi. İsmi, Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî Osmânî “kuddise sirruh” olup, lakabı Ziyâüddîn’dir. Annesinin soyu ise Hazret-i Ali’ye “radıyallahü anh” ulaşır.
Cenâze namazını, talebesi olmakla şereflenen ve “Beş vakit namazda Ettehiyyâtü okurken Resûlullah efendimizi (sallallahü aleyhi ve sellem) baş gözüyle görmezsem, o namazımı iade ederim” diyen, Hanefî mezhebinde büyük fıkıh âlimi Seyyid Muhammed Emîn İbn-i Âbidîn (rahmetullahi aleyh) kıldırdı. Kasiyûn dağında bir tepeye getirilip Cuma günü defnedildi. Şimdi bu yere Sâlihiyye denir. Burada yediyüz peygamberin ve nice Eshâb-ı Kirâm ve evliyâ-yı kibârın medfûn olduğu rivâyet edilmiştir. Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretleri kabre konurken, mübârek na’şlarından çıkan güzel koku, her tarafa yayıldı ve bu kokuyu almayan kimse kalmadı. Ziyâret edenler, bu güzel kokunun şimdi de kabirlerinden hissedildiğini söylemektedirler.
Mevlânâ Hâlid hazretleri, zamanındaki Bağdat âlimlerinin ve tasavvuf ehlinin, belki asrındaki bütün âlimlerin en üstünü idi. Kur’ân-ı kerîmin esrârına vâkıf idi. Bütün ömrü zühd ve takvâ ile geçti. Onu gören, ismini işiten her âlim, yüksekliğini, üstünlüğünü anlatırdı. Her ilimden, her kitaptan sorulan suâllere rahatlıkla en uygun cevâbı verirdi. Bu hâli herkesi hayrette bırakırdı. Arabî ve Fârisî olarak yazdığı kaside ve manzûmeleri vardır. Çeşitli vesilelerle ve seyahatleri esnasında söylediği beytler, nâzik rûhunun terennümleridir. “Dîvân”ını görenler hayran olur.
-devamı var-
İslâm Âlimleri Ansiklopedisi