Birgün hazret-i Osman radıyallahü anh abdest alıyormuş. Abdest bitmiş, kurulanmış, gülmeye başlamış. “Ya Emir-el mü’minin, niye gülüyorsunuz diye niye sormuyorsunuz? neden güldüğümü bana sorun” demiş. Eshabı kiram, “Efendim, afv edersiniz, niye gülüyorsunuz?” demişler. Buyurmuş ki; “Birgün benim abdest aldığım yerde, hazreti Peygamber abdest alıyordu. Cenab-ı Peygamber aleyhissalatü vesselam abdestini aldı, gülmeye başladı. Niye gülüyorsunuz, ya Resulallah diye, neden sormuyorsunuz, buyurdu. Biz de ya Resulallah, neden güldünüz, diye sorduk. Mübarek aleyhissalatü vesselam buyurdu ki; Bir mü’min abdest aldığı zaman, yüzünü yıkarken, bütün günahlarının, (tabi büyük günahlar hariç), su ile beraber aktığını görüyorum. Elini yıkarken, başına mesh ederken, günahlarının döküldüğünü görüyorum. Ayaklarını yıkarken, bütün günahlarının döküldüğünü görüyorum. Ben gülmemeyim de, kim gülsün, buyurdu. O hadise aklıma geldi”. Hazreti Osman radıyallahü anh, Peygamber efendimize sallallahü aleyhi vesellem, okadar tâbi oluyor ki, aynı yerde abdest alırken aynı haraketleri yapıyor, ve aynı şekilde gülerek aynı şeyleri söylüyor. Dolayısıyla, abdest aldıktan sonra, biraz gülmek bu büyüklere tâbi olmak olur. Sormazlarsa, niye gülüyorsunuz diye neden sormuyorsunuz diyerek, bunu anlatmak lazım. Velhasıl, neşeli olmalıdır. Çünki imanlı ve imansız insan arasındaki fark; mü’min güler yüzlü tatlı sözlüdür, münafık; çatık kaşlı, asık suratlıdır.
Mü’minin kalbi aydınlıktır, Nur olduğu için… Kafirin kalbi karanlıktır, zulmet, küfür olduğu için. İnsan sabahleyin, güneş doğduktan sonra işe gider. Gece, karanlıkta yatar. İşte mü’min, kalbi aydınlık olduğu için, kendisi için de, başkaları için de, daima ışıktır.
Bir şeyh varmış. Bir de sadık bir talebesi varmış. Talebesi zıplarken, oynarken, yüz metre derinliğindeki bir kuyuya düşmüş. Yani kurtulması mümkün değil. Ben yandım, beni buradan kimse kurtaramaz derken, o mübarek zât karşısına gelmiş. Talebe, aman hocam, ben bittim, demiş. Hocası, kalkmayı öğrenmen için, düşmen lazımdı. Düşmeyen, kalkmasını öğrenemez, demiş. Hasretlik çekmeyen, kavuşmanın tadını anlayamaz.
Bir talebe varmış, hüngür hüngür ağlıyormuş. Hocası, oğlum niye ağlıyorsun, demiş. Beni cehenneme atacaklar, ben çok günahkarım, demiş. Hocası, ama oğlum, senin hocan var, sana sahip çıkan insan var, demiş. Hocam, ya beni unutursanız orada demiş. Hocası, sen kafanı takma böyle şeylere, demiş. Birkaç gün sonra gene ağlamaya başlamış. Hocası, niye ağlıyorsun, demiş. Efendim, ya o zaman kaybolursam? Beni cehenneme atacaklar, demiş. Hocasının tepesi atmış; Unutursan unuturlar. Unutmazsan unutmazlar. Kaybedersen kaybolursun. Sen kendine bak, iş sende biter demiş.
Hazret-i Ömer radıyallahü anh bir vali tayin etmiş. Yolda giderken valiye, şimdi sana valilik süresince nasıl muvaffak olacağına dair bazı nasihatler vereceğim. Bu nasihatlerime uyarsan, hem dünyada hem ahirette çok rahat edersin, demiş. Bu, Eshab-ı kiram arasında duyulmuş, ne nasihatler buyuracaklar diye, Eshab-ı kiram da beklemiş. Buyurmuş ki; Namazlarını evvel vaktinde, kusursuz kılacaksın. Ramezân-ı şerif gelince, orucunu tut, hiç kazaya bırakma. Hac zamanı gel, haccını ifa et. Ramezân-ı şerifte zekatını ver, sakın noksan olmasın. Hadi Allah selamet versin. Eshab-ı kiram, ya Emir-el mü’minin, bu zât zaten bunları biliyordu. Bu bildiğimizi tekrar etmenizin acaba hikmeti nedir, diye sormuş. Buyurmuş ki; Ben İslamiyeti anlattım. Başka bir şey anlatmadım. Dinimizin aslı budur. Bundan haberi olmayan, bunları yerine getirmeyen, ne yaparsa yapsın, on para etmez. Onun için, netice, İslamın beş şartıdır. Onu derinlemesine, yapabildiğin kadar yap, her yaptığında daha çok feyz alırsın, daha çok sevap kazanırsın. Velhasıl, güneşle meşgul olmak varken, yıldızlarla uğraşmamalıdır.
Kalbinde Büyüklere, evliyaya zerre kadar muhabbeti olan, imanla gider, küfür üzere gitmez. Bid’at ehli olmaz, kâfir ve müşrik, hiç olmaz.
Mektûbât’ta İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyorlar ki; Eğer Allahü teala bir kuluna bu yolun büyüklerinden birini tanıtmışsa, ona her şeyi vermiştir. İman, namaz, oruç, hepsi onu tanımaya bağlıdır. Ne gibi? Eshab-ı kiramın Peygamber efendimizi aleyhissalatü vesselam tanıması gibi. Onu tanımayan küfür üzerine kaldı, tanıyan, Eshab-ı kiram oldu.
Allahü teala ezelde öyle karar vermiştir ki, bir, adalet ile kullarına hidayet nasip eder, bir de ihsan-ı ilahi ile kullarına hidayet nasip eder. Çünki hidayet, Cenab-ı Hakkın elindedir. O yetkiyi, Peygamberimiz de dahil, kimseye vermemiştir. Adalet: Ya Rabbi, bozulacağımdan çok korkuyorum. Sen bana dinimi doğru olarak öğret diyene, Allahü tealanın, bir dostuna kavuşturmasıdır.
Allahü tealaya emanet olunuz efendim.
Huzurpınarı ailesinin muhterem üyelerinin Cum’a gününü tebrik eder,
müstecâb dualarınızı istirham ederiz efendim.
müstecâb dualarınızı istirham ederiz efendim.
ali zeki osmanağaoğlu