EY CİBRÎL, ÇABUK YETİŞ !
Cebrâil’e sordu ki, o Resûl-i müctebâ:
(Ümmetimin hepsine suâl var mı acabâ?)
Dedi ki: (Evet vardır, sırf “Ebû Bekir” hâriç.
Ümmetinin içinde, suâl olmaz ona hiç.
Ona, mahşer gününde, denir: “Yâ Ebâ Bekir!
Hesâba çekilmeden, sen buyur, Cennete gir.”
O der ki: “Beni seven müslümânlar da, tek tek,
Cennete girmeyince, istemem ben de girmek.”)
Birgün de, Resûlullah Efendimize diye,
Birisi, “gümüş yüzük” getirmişti hediye.
Peygamber Efendimiz, onu kabûl ettiler.
Ve hemen o yüzüğü, Ebû Bekr’e verdiler.
Dediler: (Götür bunu, kuyumcunun birine,
“Lâ ilâhe illallah” nakşetsin üzerine.)
Hazret-i Ebû Bekir, onu Resûlullahtan,
Alıp, bir kuyumcuya götürdü hemen o an.
Dedi: (Yaz bu yüzüğe, “Lâ ilâhe illallah”.
İlâve et yanına: “Muhammed Resûlullah.”)
Hâlbuki Resûlullah böyle emretmemişti.
İkinciyi, kendisi ilâve ettirmişti.
Hazret-i Ebû Bekr’in, dediği gibi aynen,
Kuyumcu, “iki ismi” yüzüğe yazdı hemen.
Sıddîk yüzüğü alıp, götürürken Resûl’e,
Hak teâlâ bir hitâb buyurdu Cebrâil’e:
(Çabuk git, Habîbimin yüzüğüne, sen dahî,
“Ebû Bekir” ismini yazıver bizâtihî.
O, benim adım ile, Habîbimin adını,
Mâdem uygun görmedi, ayrı olmalarını.
Ben de uygun görmedim, ayrılsın birbirinden.
Peygamberim’in ismi, Sıddîkım’ın isminden.)
Hazret-i Ebû Bekir, Resûl’e giderken tam,
Bir anda indi yere, Cibrîl aleyhisselâm.
Elindeki yüzüğe, olmadan hiç haberi,
“Ebû Bekir” ismini yazdı ve döndü geri.
Sıddîk geldi nihâyet, o Resûl’ün evine.
Teslim etti yüzüğü, bizzât kendilerine.
Ve lâkin o yüzüğe bakınca Fahr-i âlem,
Gördü, Ebû Bekr’in de ismini yüzükte hem.
Hemen suâl etti ki ona: (Yâ Ebâ Bekir!
Yüzükte, senin dahî ismin var, sebep nedir?)
Hazret-i Ebû Bekir, utandı, etti hicâb.
Bu husûsta, Resûl’e veremedi bir cevâb.
O an yine Cebrâil, emirle indi yere.
Allahın selâmını iletti Peygambere.
Dedi: (Ey insanların, cinlerin Peygamberi!
Kendisinin isminden, Sıddîk’ın yok haberi.
O, yolda gelir iken, Rabbimizin emriyle,
Ebû Bekr’in ismini, ben yazdım o yüzüğe.)